
Yıllar yılı başarılı bir çalışmanın sonucu olarak genç kız hayalini kurduğu işe girebilmişti. Yeni işyerinin merdivenlerinin ilk basamağına adım atar atmaz bir heyecan kapladı içini. Etrafı gezdiren bölüm şefi, çalışanlardan ve görevlerinden sözediyor, cihazların işlevlerinden bahsediyordu. - Bu makina kötü niyetli auraları tarıyor. Ve suça meyilli kişileri tespit ve takip etmekte kullanıyoruz. Bu ise insanların yaydığı beyin dalgalarını inceleyerek hayallerini sistemimize aktarıyor. Sen bu kısımda göreve başlayacaksın. Şehrin merkezine yakın olan B3 bölgesindeki tarayıcı kayıtlarını inceleyeceksin. İnsan yoğunluğunun fazla olduğu bir bölge. Başlangıç için biraz zor bir görev ama senin yeteneklerine güveniyorum. Üstesinden geleceğinden eminim.Şefi konuşmasının sonuna sıcak bir gülümseme ekleyerek genç kızı işiyle başbaşa bıraktı. Genç bayan masasının başında geçti ve şöyle bir arkasına yaslandı. Derinliklerden inci çıkartacak dalgıcın derin bir nefes alması gibi nefes aldı. Çalışmaya koyuldu ardından. Cihazının ekranından insanların beyinlerine girdi. Hayallerinin arasında gezintiye koyuldu. Bu işe girmek istemesinin asıl sebebide buydu zaten. Hayaller. Sadece kendininki değil, başkalarının hayalleri de onu heyecanlandırıyordu. Farklı zihinlerin kurduğu hayaller nasıldı ? neleri düşlüyorlardı ? Ne kadar çılgın ne kadar marjinaldiler ? Tüm bunlar onun için büyük bir merak konusu idi. Cihaz karşısına teker teker döktü yabancı zihinlerin mahrem mahsüllerini. Bir onu inceledi , bir bunu. Anlamaya çalışıyordu aynı zamanda. Kimi hayalindeki kızın yanında çok mutlu bir şekilde kendini görüyor, bir diğeriyse ünlü bir sanatçıyla şu an anlatılamıycak bir durumda gününü gün ediyor, ötekiyse benzinle çalışan eski model spor bir aracın içinde hız sınırını aşıyordu. Başlangıç için çok farklı gelmişti ona bu gezinti. Sonraları ise giderek sıkıcı olmaya başladı bu tarama işlemi. İnsanlar birbirinin aynı hayalleri kuruyordu. Hayal şablonları üzerinde değişen sadece insan silüetleriydi. Görevi , toplum güvenliği ve düzenine zarar verebilecek her türlü içeriğe sahip hayali tespit etmek ve bu kişileri gözaltına alarak daha derin inceleme yapmaktı fakat 1 aylık çalışma sürecinde bırak zararlı içeriği, heyecan verici bir içeriğe bile rastlayamamıştı. Zaman geçtikçe işine alışmış ve rutin bir hale gelen görevinden aldığı heyecan ilk günlerine nazaran çok çok azalmıştı azimli,çalışkan ,idelist aynı zamanda uzun ve kumral saçlara sahip güzel yüzlü genç kızın. Tarama işlemi sırasında ilginç bulduğu bir şey gördü. 11-12 yaşlarında bir kız ve erkek çocuğu elele tutuşmuş bir şekilde yürüyorlar, sonra koşmaya başlıyorlar , koşu yarışa dönüşüyor , etrafında yabani zeytin ağaçlarının bulunduğu taşlık bir yoldan kumsala çıkıyorlar , oğlan çocuğunun önde koşuyu önde bitirmesiyle yarış kumların içinde sona eriyordu. Sürekli gülümseyen 2 şirin çocuk yüzü genç kızıda gülümsetti. Bir an duraksadı. Hayalin içerisindeki yol tanıdık geldi ve ona bir zamanlar o yoldan aynı sevinçle kendi de geçmiş gibi hissettirdi. Küçük kızıda gözü biyerden ısırıyordu. Çalışma ekranının 16 da biri büyüklüğündeki görüntüyü zoom yaptı ve ardından donakaldı.O hayal içerisindeki minik kız çocuğu kendisiydi !Bir insanı tanımanın en iyi yolu o kişinin hayallerini öğrenmektir. Kişiye ve hayat görüşüne dair, kişiliğine dair çok önemli bilgileri açık eder hayaller. Suyun üzerindeki yansımasıdır yada önüne düşen uzun ve garip gölgesidir kişinin. Kimi zaman bir palyaço rengarenk cümbüşüyle karşısına çıkar ve ağzı kulaklarındadır kimi zamanda yeni uyanmış ve henüz yıkanmamış mahmur bir surat yalınlığında. Dokunmayı bildiğinde sana tüm gizemini bahşeder , senin olur. İşte bu yüzdendir ki genç kız , o adamı bir şekilde yakından incelemeye almak istiyordu, daha detaylı inceleme yapabilmek için. Bunun için bir geçerli sebebe ve gerekli izinlere ihtiyacı vardı. Zararlı olabileceğinden şüphelendiği bir içerikten ötürü kişiyi kurumda incelemek için gerekli izni çıkarttı.
Bitmek bilmeyen karanlık bir tünel gibi gece de bir türlü bitmiyordu. Ertesi gün o kişinin detaylı taramasını yapacaktı ama kendi içindi bu sonuçta. Asıl inceleme sebebinin farklı olması, görevinin yetkilerini kendi özel meselesi için kullanması ve hiç suçu olmayan birini hakkında "zararlı içerik şüphesi" nedeniyle kuruma getirtmesi , üstleri tarafından hiç de hoş karşılanmayacak da olsa, O tüm sonuçları göze alarak bunu yapmaya karar vermişti. Sabahın gelmekte gecikmesi onu beklemekten alıkoydu ve uyku diyarındaki gezintisine bu gecelik biraz geç başladı. Sabahı uyuyarak bekleyecekti düşünceli genç kız.
Part 1 End.
Yazmayalı bayağı zaman oldu. Ama bu da zaten bir yazı değil. Uzun zamandır yazı yazmak için klavyenin başına geçtiğimde, dijital ve boş sayfaya boş boş bakıyorum. Zihnim kuş uçmaz kervan geçmez bir yer haline dönüşüyor. Yazamıyorum.. Belki bir tatil iyi gelir bana. Kafamı zararlı bitkiler misali saran fikirlerden kurtulmak için bu tatile ihtiyacım var. Güneşli ve sıcak bir iklim, deniz kenarı ve denizin kendisi. Benim için yeterli bu kadarı. Bir süreliğine gidiyorum. Belki yeni fikirlerle dönerim. Yeni gerçekler keşfederim. Belki de bir hatıra olarak kalır herşey ve su üstüne yazılan yazı gibi kaybolur. Herkese iyi tatiller. Ben tatildeyim. Görüşmek üzere..
Geçmişte birine yaptığınız bir davranıştan ötürü yıllar yılı vicdan azabı çektiğiniz oldu mu hiç? Vicdan sahibi kişilerin yaşayacabileceği bir histir bu. Gerçi vicdan sahibi birinin bu durumda olmaması yani kendine bu hissi yaşatacak bir harekette bulunmaması gerekli diye düşünebiliriz. Ancak her zaman olaylar kişilerin kontrolünde olamıyor, istemediğimiz sonuçlar ortaya çıkıyor ve düşüncelerimiz yanlış anlaşılıyor. Yanlış anlamanın pençesinden kurtulamıyor, kendimizi ifade ederken önyargı çıtasının üzerinden atlayamıyor , 3. şahısların hakkımızdaki fikirlerinin yanlışlığına üzülerek şahit oluyoruz. Söylemek istediğiniz şeyin karşı tarafta 180 derece farklı bir şekilde anlaşıldığını görünce yaşadığım üzüntü ve korkunun tarifini yapmam çok zor. Haksızlıkların ,yaşanan dargınlıklar ve tartışmaların , sebepleri yanlış anlaşılma olduğu zaman insandaki yıkıcı etkilerin kat kat daha fazla oluyor maalesef.
Çok çok uzun yıllar önce , ilkokul sıralarında yaramaz bir velet olduğum zamanlar. Öğretmenimiz kitaptan bir okuma parçasını rastgele birilerini okutturuyor. Bu okuyanlardan bir tanesi öyle komik okuyor ki biz hocaya çaktırmadan gülüyoruz. Ama gülmekten yıkılıyoruz. Ondan sonra sıra bir başkasına geliyor ama biz hala gülmenin etkisindeyiz ve devam ediyoruz kıkırdamaya. O an okumakta olan arkadaş kelimeleri kesik kesik okuyor çünkü yeni gözlük almış ve henüz alışamamış. Okumanın bir yerinde duruyor ve "Neden gülüyorsunuz. Sizin başınıza gelse iyimi olur ?" diyor. Orda resmen betim benzim atıyor, afallıyor hatta aptallaşıyorum. "Hayır sana gülmüyorduk, senden önce Osman okuyordu ona gülüyorduk "diyoruz olmuyor. Öğretmen bile davranışımıza kızıyor daha da batıyoruz. "Öğretmenim ona gülmüyoruz. Osman , ağaya aga diyordu ona gülüyorduk" diyoruz ama sanki sözlerimiz havada kalıyor , söylenmemiş gibi varsayılıyor. Kızın ise gözyaşları ise gözlüğünün kenarlarından aşağı süzülüyor. Yıkılıyoruz. Sonrasında da ne dediysek olmadı. Ve yanlış anlaşıldığımız şekilde, istemeden birinin kalbini kırmış bir şekilde kaldık. Ne zaman geriye , ilkokul sıralarında olduğum zamanlara doğru bir gezinti yapsam o gözü yaşlı çocuğu görüyorum. Gözü yaşlı ve kızgın. Bakışları bana doğru..
1 sene önce bir iş seyahatine çıkmam gerekti. Yalnız seyahate çıkarken taşınabilir bilgisayar bulamadım ve mecburen desktop makinamı götürmek zorunda kaldım. Evet bildiğin dana gibi bilgisayar kasasını aldım yanıma. İçine koyabileceğim bir kutuda bulamadım. Sadece rahatça taşıyabileceğim bir şekle getirebildim. Uçakta elimde bilgisayar kasasıyla dikkat çekiyorum ama daha garip eşyaların uçağa getirildiğini tahmin ederek hosteslerin bakışlarını fazla önemsemiyorum. Valizleri koyduğumuz yere koyuyorum kasayı ve yola çıkıyoruz. Gideceğimiz yere varınca ben valiz kapağını açıp cihazı almak için hamle yapıyorum. Henüz sabah mahmurluğunun etkisinden kurtulamamış bir halde makinayı üst taraftan dikkatlice indirme gayretindeyim. Ama ne olduysa oluyor , makina elimde kayıyor ve önümde ayakta duran ihtiyar amcanın alnına çarpıyor. Bende ne bi mahmurluk kalıyor ne bir uyuşukluk. O an yerin dibine geçmek istiyorum, yokolmak istiyorum ama nafile. Hemen amcadan yüzlerce defa özür diliyorum. İstemeden oldu diyorum. Amcadan herhangi bir cevap yok. Alnına bakıyorum ve ufak bir çizik görerek rahatlıyorum. Fakat amcaya sorduğum herhangi bir sorunun cevabını alamıyorum , ağzını bıçak açmıyor. Yüzünde ezilmiş ve üzgün ifade beni bitiriyor. Bakışları yere doğru, sanki aşağılanmış birinin yüzüyle bakıyor. Sanki gururu kırılmış, sanki sülalesine küfür edilmiş, sanki tokat yemiş birinin tavrı var üstünde. Amcanın o halini görünce daha da yıkılıyorum. O ezik halini gördükçe ben daha da eziliyorum. O makinaya lanet ediyorum, onu yanımda getirmeme sebep olanlara lanet ediyorum, kendime lanet ediyorum. Tek bir laf etse belki rahatlıyacağım ama tek bir ses çıkmıyor amcadan, hatta makina kafasına çarptığında bile acı ifade eden bir ses gelmemişti. Sonrasında da değişmiyor. Ben tüm bu çöküntüyle başka bir şey söyleyemiyorum. O gariban amcanın arkasından bakmaktan başka bir şey yapamıyorum.Bazen arkama dönüp baktığımda, öyle yada böyle kırdığım, üzdüğüm birilerini hatırlıyorum. Düzeltemediğim olaylar bir şekilde peşimi bırakmıyor, bilinçaltımın mahzenlerinden hüzünlü hıçkırıklar duyuyorum. Oraya inip baktığımda yüzleri bana dönük bir çok kişi görüyorum. Yüzleri bana dönük kimi hüzünlü bakıyor kimi kızgın. Ben ise başımı önüme eğiyorum, birşey yapamamanın yada yapamamış olmanın çaresizliğiyle..
Bana bakıp bakıp acıma, yanılıyorsunGayri senin bildiğin adam değilim.Islanıyorsam bulvarlarda bir başımaBu benim kendi itliğim..Zaten istesen de sevemezsin beniSenden sonra anlamını da yitirdi gözlerim.Şimdi dünya güzeli gelse yanıma usulcaTutup «Aşk» dese «Hoşt» derim..Ama beni seviyordun diyeceksin, olabilirMesela ben baklavayı da severdim.Bakardım -züğürtlük bu ya- kısmet olmazdıOndan geçer, salyalarımı yerdim..Geçenlerde n'oldu biliyor musun şey;Hani palmiyeler vardı, yaslanıp seni beklediğimHani diplerinde yemin bile etmiştikSadakatımız üstüneSıkışmışım -insan hali- diplerine işedim..Bizim Tekçi Rifat' a verdim mektuplarınıTakas yollu dört tek şarabını içtim.Bir karım vardır -tanımazsın- Topal ZeynoAynı gece onunla dalgamı geçtim..Resimlerinin de hesabı görüldü o günŞaraba kül atacaktım, cıgaram yoktu.Derken onlar geldi aklıma, bir güzel yaktımYanarken bile gözlerin gülüyordu..Yoo, «Vicdan azabı çekiyorum» demeDeğmez buna onların hiçbiri.Sen şimdi geleceğe bak boylu-boyuncaÇıkar aklından o eski çapraz günleri..Sana beddua ettiğimi de nerden çıkardınDuam geçmez ki benim, bedduam geçsin.Hem sana yüzük alacak param mı vardı.Tabii başkasını seveceksin..Aşk maşk aslı yok, görüyorsun yaİyisi mi hadi dön doğru geldiğin yere.Kocana sım-sıkı sarıl, gerisini boşverAklın ermez senin böyle işlere..Bana bakıp bakıp acıma, yanılıyorsunGayri senin bildiğin adam değilim.Islanıyorsam bulvarlarda bir başımaBu benim kendi itliğim..Erdoğan Çokduru

Her zamanki sıradan karanlığın içinde el yordamıyla yatağını buldu , sıradan ve azap verici yumuşaklığın kollarına kendini saldı. Günün en sevmediği zamanında, bilerek ve mecburiyetten yorgun vücudunu yatağa teslim etti. Ayak direye direye, sürüklenircesine geldi o kumaş, pamuk ve demir kargaşasına. Gecelik mezarının kumaştan toprağını üstüne çekti. Gözlerini kapatmak istemiyordu. O dipsiz ve derin karanlığın içine bari bu gece düşmek istemiyordu. Ama çabası yetersiz kaldı. Gözleri anlayamadığı ve kaynağı belirsiz bir gücün etkisinde ağır ağır kapandı. Karşı koyamayacağını bilerek, çaresizliğini bilerek akışın içerisine saldı bilincini ve kayboldu karanlıkta.
Işıksız, havasız, kapalı ve çıkışsız bir karanlığın içinde zaman kavramında bağımsız bir oraya bir buraya dolandı durdu. Ne bir çıkış bulabildi ne bir ışık hüzmesi gözünü aldı. Karanlıktan kaçtıkça üzerine geldi gölgeler. Yaşadığı azap giderek yaşam sevincini tüketiyordu. Tüm bunlara son vermek istercesine, tüm hücrelerinde hissettiği çaresizlik ve acıyı durmak istercesine, biri yardım eder sesini duyar ümidiyle haykırmaya çalıştı. Sesi boğazında tıkandı, kafasının içindeki boşlukta yankılandı. Tüm çabaları çaresiz kaldı, kendi ümitsizliğinin gerçekliği içinde korkularının çığlığında sağır olmak üzereyken uykudan uyandı.
Bu rüya görmeden , karanlık içinde geçirdiği kaçıncı gündü onu bile hatırlamıyordu. Belki haftalar , aylar hatta yıllar bile geçmiş olabilirdi. Karanlıkta geçirdiği her saniye zaman mefhumunu yitirmesini sağlamıştı."Ne kadar sürecek bu karanlık.Allahım neden rüya göremiyorum? Ne oldu onlara?" En çok başvurduğu soru cümlesi iken , en cevapsız sorularıydı aynı zamanda. Sokağa çıktı. Yolda yürürken gözleri bir perdenin arkasından bakar gibiydi. Umarsızca etrafı görmeye anlamaya çalışan birinin çabası belli ediyordu kendini. Yanından geçtiği mutlu çiftin ışıltısı gözünde yansımadı. Pembe yanaklı, güzel kızın samimi gülümsemesini göremedi. Sevdiği adama olan sevgisi ona ulaşamadı. Elindeki pamuk helvasını kimseye aldırmadan yiyen çocuğun sevincini hissedemedi. Yaşadığı mutluluk ona gelemedi, etrafındaki görünmez duvardan geçemedi. Hayata dair tüm güzel duyguları engelleyen duvarının içinde, oyuna alınmayan bir çocuk hüznü içinde etrafına baktı. "Beni de alın" demek istedi. Diyemedi.
Evindeydi ve onu bekleyen tek cisme doğru yaklaştı. Cenaze merasimindeymiş gibi bir duyarlılıkla ve ciddiyetle, karanlığa giriş kapısı olan yatağına uzandı. İçinde tekrar filizlenmesini istediğini duyguların hayaliyle tavanı seyretti. Bir daha göremeyecekmiş gibi bir düşünceyle vücudu yanmaya başladı. Uzaklaşan trendeki sevdiğine el sallar gibi baktı ve bir damla yaş gözünden yastığına kadar süzüldü. Damla yastığa ulaşmadan, kaynağı belli olmayan güce teslim oldu gözleri. Açılmamacasına gözyaşıyla mühürlendi hayata açılan umut kapıları.
Bilindik bir acıyla karşıladı karanlık onu. Sonsuzluğu içerisinde tekrar hapsetti. En sefil duyguları gönderdi ona , elindeki en iyi askerlerle saldırdı tekrar ve tekrar. Yeniden o azap duygusunu olabildiğine gerçek, olabildiğine ağır , olabildiğine acı bir şekilde bir şekilde hissetti bedeninin her santimetrekaresinde. Kurtulmak istedi. Şimdiye kadar istemediği kadar istedi. Tüm sesler kısılmaya başladı yavaştan. Bedenini bir serinlik kaplıyordu, akşam yeline karşı balkonda otururken hissettiği bir serinlikti. Hatırlıyordu artık. Ruhunu ferahlatan güzel duygular bir heyecanla aklına doluyordu. Çukulatasını yiyen bir çocuğun sevincini hatırladı önce. Yüzünde çoşkulu gülümsemeyi hatırladı. Sonra sevgilinin yüzündeki aşkı hatırladı. Parıltısı gözlerinde ışıldadı ve sevgiyi yüreğinin derinliklerinde hissetti. Sevgiyi hatırladı, mutluluğu hatırladı, aşkı hatırladı, umudu hatırladı. Karanlığın etkisi giderek azaldı ve kara bir çarşaf yırtılırcasına dağılıverdi gözlerinin önünde. Bedeni artan bir ferahlamanın etkisiyle bir tüy gibi hafifledi. Işık giderek daha fazla gözlerini alıyordu. Giderek hafifliyor ve ferahlıyordu düşlerini yeniden elde etmenin coşkusuyla. Daha önce görmediği kadar zengin , içini ısıtan, sevinç taşan rüyalar gördü. Birer birer geçti önünden rüyaları, onu selamlayarak, onca zamanın acısını çıkartarak. Işığın parıltısı arttı, bedeni hafifledi, ruhu serbest kaldı. Işık hertarafı aldı en sonunda..
Sabah soğuk bir yatakta , gülümseyişini , kaybettiği çok kıymetli birşeyi bulan birinin mutluğuyla, yüzünde tutan bir adam buldular. Gözleri kapalı ve bir daha açılmayacak bir adam. Mutlu bir adam. Rüya gören bir adam...

Blog arkadaşlarımdan burcyni nin yeni blogunun konsepti bana bu yazıyı yazma ilhamını verdi. Kendisi ikinci bir blogda farklı bir konseptte yazılar yazmaya başladı. 2. blog açıp takip edecek vakte sahip olmadığımdan, arada sırada yazı olarak sunacağım kendime dair karanlık tarafları, garip/korkutucu/absürd fikirlerimi.hangisi olduğuna siz karar verin...
Figth club filmini seyretmiş olanlar bilirler.Tyler ı düşleyen adamın uçaktaki fikirlerini. Benimki de ona benziyor. Birgün arabayla biryere giderken aklıma bir düşünce geldi. Şu karşıdan gelen araçla çarpışsak ne olur? Hızımıza ve çarpışma açımıza ve araca göre nasıl bir duruma geleceğimizi düşünmeye başladım. Nasıl bir şekilde yaralanırdık yada ölürmüydük? Sonra çarpışma anında patlayan camları, aracın içinde bir oraya bir buraya uçuşumuzu kafamda canlandırdım. Sonra aracın parçalarının vücudumuza saplanışını ve o anda verebileceği acıyı düşündüm. Bunu yaparkende son derece sakindim. Başlı başına bir kaza simülasyonunu yapmıştım kafamda ve bu canlandırma içindeki kişi ben ve o an arabadaki kişi yada kişilerdi. Benzer bir senaryoyu uçak içersindeykende yazdım. Uçak kalkarken o sırada bir mekanik arıza oluşuyordu ve kalkmak üzereyken tekrar yere düşüyordu uçak ve sürükleniyordu. İkiye ayrıldıktan herşey darmadağın oluyordu. Yada uçarken bir hava boşluğuna giriyorduk. Önce titremeye sonra ise sallanmaya başlıyor ve giderek irtifa kaybetmeye başlıyorduk. Ardından panik ve çığlıkların içinde son derece sakin kendimi görüyordum. Arabada iken kurtulma şansım varken uçakta ise böyle bir şans düşüktü. Gene bir araba yolculuğu sırasında yukarda bahsettiğim gibi bir kazayı tecrübe etmek istediğimi farkettim. Kafamdan "şurdan yuvarlansak." şeklinde başlayan bir cümle geçti. Kaza yapmayı istemek gibi sağlıklı olmayan bir düşüncenin zihnime nasıl yerleştiğini anlayamıştım. Aslında ölmek istemiyordum ama bu fikre sıcak bakıyor olmaktanda kendimi alamıyordum. İlk tepkim ise emniyet kemerini takmak olmuştu.
Arkadaşlarla geçirilmiş çok keyifli bir akşamın ilerleyen saatlerinde eve dönüş yolculuğu için arabaya birer birer doluştuk. Damarlarımdaki alkol, beyin hücrelerimide ziyaret ederek mantıklı ve düzgün cümle kurma yetimi etkilemiş, aynı zamanda birinin yardımı olmadan yürümemi de zorlaştırmış durumda idi. O geceki hareketlerim sonucu oluşan yoğun utanç duygusu ayılmamı beklemeden o zilzurna bünyemi kaplamıştı. Aracı yeni tanıştığım bir arkadaş sürmekte idi. Önce keskin dönüşler, çabuk hızlanmalar ve makaslar benim gibi adrenalini seven ve agresif bir sürüş stiline sahip biri için keyif vericiydi, keyif vericilerin etkisinde olan biri için bile keyifliydi. Lakin sonradan biraz değişiklik oldu. Bu sürüş stili benimkinde de agresif ve tehlikeliydi. Giderek tehlikeli olmaya başlayan hareketler zinciri virajı hızlı alma ve duran araçları sıyırırcasına geçme şekline döndü. Önceki keyifli durum gitti yerine "aha şimdi koyduk öndekine","lan lan şimdi girdik duvara","bu hızla bu viraj alınmaz şindi daldık biyerlere" şeklinde yusuflu nidalar geldi. Yolculukta yanımda kardeşimin olmasıda korkutucu hale geldi belkide. Ama babamın acemi olduğu zamanlarda bize yaşatmış olduğu deneyimden beri böyle korkmamıştım. Babamın araba sürmekten uzak stili bize yol boyunca bildiğimiz tüm duaları okutmuş, unuttuklarımızı ise hatırlatmaya zorlamıştı. Bunda ise içkili olduğum için dua fikride pek akla yatkın değildi. Korkunun yanında arka tarafta patates çuvalı gibi bir o yana bir bu yana savrulmakta cabasıydı. Eve vardığımda, ayaklarım yere değdiğindeki rahatlık anlatılamazdı. Hatta ayılmıştım bile denebilir. Unutulmazdı.
İlk fikrime ve bu yaşadığım yolculuğa dönersek, aslında ilk fikrimin tamamen kolpa olduğunu anladım. O gece anlamadım tabi. Çünkü pek düşüncek durumda değildim. Ama gerçekte böyle bir durumda kaldığımda yani kaza ihtimaline çok yaklaştımda içgüdüsel olarak kardeşim ve benim için korktum. Her duvarı sıyırışımızda aklıma gelen şey ölmemekti. Kardeşim ve benim araçtan sağ çıkmasıydı. İlk başta düşündüğü o saçma fikir değildi. Kaza istemiyordum. Yaşamak istiyordum. Yaşadıklarım ve hissettiklerim sonucu gerçek fikirler inkar edilemez bir şekilde karşıma çıktı. Garip fikirlerimin tamamen aptalca zihinsel bir oyun olduğunu ortaya koydu. Öyleyse neden başta böyle aptalca,korkunç bir şeyi kafamda canlandırmıştım. Bu çok ilginç bir durumdu. Daha ilginci ise bu karanlık düşüncenin sebebini yazıyı yazmaya başladığımda bulmamdı. Kendimi garipsemeye başlamışken, bilincimi altında yatan gerçek dürtü belliydi aslında. Yaşamak. En azından zihnimde dönen onca gariplikten birinin gerçek olmadığını anladım. Normale biraz daha yaklaşmanın sevinciyle uykuya daldım:)

Blog başlığımla aynı başlığa sahip bir yazıyla geri dönmek istedim. Bloga bu başlığı verirkende biraz düşünmüştüm, kendimle ilgili birşey olmalı, benden birşey olmalı diye. O zamanlar ve halen en çok yaptığım en eylme düşünmek ve gerçeğe ulaşmak idi. O zamanlar zihnimi çok meşgul ediyordu bazı konular ve cevapları bulmak için çok fazla mesai yapıyordu beynim. Sabah kalktığımda , işe gittiğimde , çalışırken ve gece yatağa yattığımda. En ufak bir ayrıntıyı bile kaçırmadan değerlendirmek için hafızamın en derin en köşe bucak noktalarını bile didik didik ettim. Titizlikle verileri toplayarak resmi ortaya çıkarmaya çalıştım ve en nihayetinde kendimce kararlara vardım.Yakın zamanda ise kendimce doğru olduğunu düşündüğüm bu gerçekleri yerle bir eden yeni gerçekler öğrendim. Aslında bunlara inanmak istemedim. Kendi gerçeklerimi kaybetmek istemedim. Çünkü onları ortaya çıkarmak için çok çabalamıştım,çok da acı çekmiştim. Şimdi ise öğrendim ki bu kadar acıyı, hüznü sadece aptalca bir fikirden dolayı yaşamışım. Bu konuda tepkim önce inanmamak oldu. Bunların gerçek değil yalan olduğunu ortaya çıkarmaya çalıştım ama evet gerçeklerdi. Peki beni yerle bir eden, yıkan, acıtan gerçeklerin bir anda sadece düşünülmeden söylenmiş bir yalan olduğunu öğrendiğimde ne yapmalıydım? Yaşadıklarımı yok mu saymalıydım? Çektiğim acı yerinemi gelecekti, hüznüm gidip yerine parlak bir gülümsememi gelecekti, akıttığım gözyaşlarına yerinemi dolacaktı? Hayır. Hiçbir değişiklik olmayacaktı. Ne ben nede şu ana kadar oluşturduğum düşünce öbeği değişmeyecekti. Gerçeklerim ise hala sağlamlığını korumalıydı. İlk defa gerçeği görsemde kabul etmek istemedim. Görmezden geldim. Doğruluğunu inkar etmesemde olmamış gibi varsaydım. Nedenmi? Eğer kabul etseydim yaşadıklarımı inkar etmiş olacaktım. İnkar edemezdim. Çünkü o an orda, o kapkaranlık dünyada, tek başına, sessizlik içinde, acıyarak, sızlayarak, yaramı tekrar ve tekrar kanatma pahasına, beynimi aşırı kullanmak pahasına, çıldırma noktasına gelmek pahasına, hayatımı bu gerçeği bulmaya adama pahasına gerçeğin peşinden gitmemin hatırına yapmamalıydım. Yapmadım...Artık gerçeğin peşinde koşmaktan görevimden kendimi azat ediyorum. Gerçeklerimi kaybetmemek için yapıyorum bunu. Gerçeklerimin bir yalan uğruna heba olmaması için...
Aslında bu yazı olarak sayılmaz. Sadece bir müddet bloguma yazı yazamayacağımın haberi. Bir yazar olarak bloguma karşı sorumluluklarımın olduğunu biliyorum. Ama gel görki işime karşı daha büyük bir sorumluluğum var. İş için şehir dışında olacağım içinde blogumu biraz ihmal edeceğim. Çok yüksek bir okur kitlesine hitap eder tarzda bir artizlik yaptığımı düşünen arkadaşlar, sadece bir kişi bile okuyor olsa bile ona karşı bir sorumluluğum düşünüyorum(Böylede sorumluluk sahibiyimdir). Evet bir süre ortalıklarda yokum. Yeni stres kaynakları için şehir dışında olacağım. Biraz daha canım sıkılacak, biraz daha yaşlanacağım. Biraz daha yorulacağım, biraz daha sinirleceğim , biraz daha birini boğazlamak isteğini içimde hissedeceğim o kadar. Küçük bir iş seyahati işte:)
Bu yazıyı yazdığım günün ertesi günü şu anki evimden taşınıyorum. Neredeyse 9 yıl olmuş bu eve taşınalı. İnsan hiç taştan ,çimentodan , demirden bir yapıya karşı birşeyler hissedebilir mi bilmem. Bu ev benim için önemliydi onu biliyorum. Hayatımın en kayda değer yılları bu ev içinde geçti. Şu anki hayatımı, mevcut haline getiren birçok önemli olay bu evin çatısı altında oldu. Bir çok acı ,tatlı anıya direkt olarak şahitlik yaptı bu 4 duvar.
Oturduğum yerde komşuluk kurumu hala çalışır durumda. Amma velakin ben komşularını seven biri değilim. Çoğunun gereksiz insan olduğunu düşünüyorum. Bu evden ayrılmak beni üzecek ama sevindiren yönleride var.
Karşı komşumuz,Hatice, bir insanın sesi bu kadar sinir bozucu olur. Bir insan bu kadarmı çocuklarına bağırır. Arkadaş hangi mantıkla 2 yaşındaki çocuğa bağırıyorsun. Bu kadında öyle bir ses var ki, hangi frekanstan hangi desibelden yayınlıyorsa artık , sesi direk sinir sistemime etki ediyor hatta felç ediyor. Sırf bu kadının sesini duymamak için yazın sıcağında kapı, pencere ne varsa kapatıyorum , müzik açıyorum . Bu kadının çocuklarına acıyorum valla. Çok yaşamazlar bence. İşte senden kurtuluyorum Hatice. Senden ölesiye nefret ediyorum. Bırak çığlığını, normal sesini duymaya bile dayanamıyorum. Senden nefret ediyorum ulan. Siz Mevlüt ve Osman sapık ikilisi. Ulan nerden buldunuz birbirinizi. Ben birinize dayanamıyorum. 2 tane oldunuz. İkinizdende nefret ediyorum. Yüzünüzü görmeye dayanamıyorum ama hala anlamıyorsunuz işte. Sen şu an adını veremiyeceğim yobaz. Senden de nefret ediyorum ulan. Tam bir yobazsın ve çocuklarına biraz değer versen onlara böyle davranmazdın. Sendende nefret ediyorum. Allahtan kırk yılda bir yüzünü görüyorum. Sen Kemal amca, yazları oyun oynayan çocuklara gürültü ediyorlar diye öküz gibi bağırıyorsun. Ben çocukların sesinde rahatsız olmuyorum ama senin acayip yüksek desibelli böğürtünden rahatsız oluyorum. Sesin hatice kadar sinir bozucu olmasa da sendende nefret ediyorum. Tam bir malsın senden de kurtuluyorum. Gülgün teyze ve salak oğlanları. Gülgün teyze, 3 oğlun var. Ve her doğan bir öncekinden çok daha salak olmuş. Sen ve en küçük ve en gerizekalı oğlun okan , çenenizle süleyman amcayı felç ettiniz lan. Gerizekalı okanın ne zaman bilgisayarla işi olsa bana gelmesinden bıktım. Gelmeyin bana arkadaş ben teknik servisinizmiyim? Ne kadar paragöz insanlarsınız. Sizdende acayip nefret ediyorum. Sizdende kurtuluyorum.Adını bilmediğim (ki çoğu komşumu tanımam) diğer huzur bozucu zirzoplar. Gecenin bi yarısı kavgalarınızdan bıktım ulan. Gündüz vakti kavgalarınızdan da bıkmıştım. Kim olduğunuzu bilmiyorum ama sizdende nefret ediyorum. Ulan ne kadar şerefsiz varmış mahallede. Bıktım ulan sizden. Gidiyorum artık. Hepinizden kurtuluyorum. Bi dahada uğrarsam keçiyim. Ahanda buraya yazıyorum. Arkadaş onca yıl ne çekmişim ben sizden.
Ben cehennemde yaşıyormuşum meğerse. Ne diye üzülüyorum ki anlamadım. Göbek ata ata gitmem lazım. Hatta, Anneee çabuk olun hadi bugün gidiyoz. Toplayın eşyaları bi gün daha duramıycam gidiyoz. Hadi diyom çabuk oluuunnnn....
Not : Blog yazarı çıldırdığından bi süre kullanım dışıdır.
Olan oldu.Hayatın imtihanları yazımda belirttiğim, arka arkaya yaşadığım olaylar beni allak bullak etmişti.Herşey iyiye dönerken yaşadığım 2 olay beni daha fazla yıprattı. İyice karanlığa çekildim. Güneş açmaya başlamıştı halbuki. Umutla bakıyordum etrafıma. İçim kıpır kıpırdı. Bir heyecanla doluydu içim. Tekrar karabulutlar çevirdi etrafımı. O bildik tanıdık ruh haline geri büründüm. Tekrar kendimle başbaşa kaldım. Beynimin kıvrımlı yollarında gezmekten yorulmuş düşüncelerle kaldım. Anladım ki yaşayacağım daha çok şey var. Şaşıracağım çok olay var. Feleğin çemberinden geçme aşamasındayım hala. Gittikçe daralan çemberin içinde sıkışmış gibi hissediyorum. Bazen hayatın omzumuza yüklediği yüklerini taşıyamıyormuş gibi oluruz. Benim şu anki hissiyatım o yönde. İyi bir habere ihtiyacım var. En gereksinim duyduğum şey o ve hiç gelmeyecekmiş gibi.Kalbime dokunsanaKabuk bağlamaya yüz tutmuş yaralarında Gezin parmaklarınlaBelki yürek acılarımı hissedersin.Yüzüme dokunsanaHüznün çölünde çatlamış topraklarındaGezin parmaklarınlaBelki yakıcı hüznümü hissedersin.Gözyaşlarıma dokunsanaYol yapmış olduğu zehirli dere yataklarındaGezin parmaklarınlaBelki kaynağındaki nefreti hissedersin.Ruhuma dokunsanaHapsolduğu korku kafesinin soğuk parmaklıklarındaGezin o acıtan , kanatan , yakan parmaklarınlaBelki içindeki gerçek beni hissedersin.
Günlük yaşantımızın sıkıcı rutinlerinden biri olan, işten eve dönüş kısmı için otobüse bindim. Bundan 1 hafta kadar önceydi. Nası olduğunu anlamadığım bir şekilde kendimi bir konuda düşünürken buldum. Nerden baksan 5-6 yıl önce bir komşumuzla bir tatsız olay yaşamıştık. İki tarafta kabahatliydi bence. Ama ben ne olay sırasında ne de sonrasındaki konuşmalarda bulundum. Aslında olay tatlıya bağlandı ama can sıkıcı olaylar oldu. Kendimi o konu ile ilgili düşünür buldum. Düşünmekten çok tartışıyordum. Kafamda bir mizansen kurmuştum. Olayın muhattabları ve ben ordaydık yani zihnimin içinde. Sonra ben orda toplanmış insanlara konuşmaya başladım. Zihnimde kurguladığım o buluşmada konuşuyordum. Olayla ilgili konuşarak yanlışlığından bahsediyor, yapılmaması gerekenlerin yapıldığı fakat uygar yollarla çözümlenebileceği şeklinde konuşmalar yapıyor, mantık dahilinde kimsenin karşı çıkamayacağı cümleler kuruyordum. Arada karşıdan gelen müdahalelere ustalıkla cevap veriyordum. Sanki bir tartışma ortamı simülasyonundaydım ve başarıyla husumeti ortadan kaldırmaya çalışıyordum. Netekimde başarılı oldum. Yaptığım konuşmadan sonra kimse karşı çıkamadı ve olay tatlıya bağlandı kafamda.
Bu olay geçmişte beni rahatsız eden , kafamda sonlandıramadığım, konuşmak isteyipte konuşamadığım olayların, bilinçaltıma uygun bir anda ortaya çıkmak için atıldığını dahada iyi göstermiş oldu. İçimde kalan herşey daha sonra bir şekilde, bir zamanda yorganın altından kafasını çıkararak tekrar eski defterleri ortaya çıkarmaya zorluyor. Sanki mahkemede sonuçlanmamış davaların tekrar görülmesi gibi. Bende zihnimde tekrar tekrar muhakeme ediyorum. Gerçi o akşam otobüste yaptığım o zihinsel tartışma , yolun nasıl geçtiğini hissettirmeden evime kadar varmamı sağladı.Ama genede hoş sayılmaz. Bu durum başıma arada bir geliyor olmasına rağmen bu seferkinde yaptığım şeyin farkına daha fazla vardım. Ve ona göre bu durumun daha fazla tekrar bulmaması için çaba göstermeye başladım. Günlük yaşantımızda sıklıkla içimize atıyoruz o an başa çıkamadığımız şeyleri. Dolduruyoruz kendimizi sürekli. İlk çaba olarak bunu yapmaktan vazgeçmeliydim. Sonra kapanmamış olayları zihnimde kurduğum senaryo dahilinde beynimin içerisindeki şahıslarla değil, konuyla ilgili şahısların kendileriyle konuşmalıydım. Bir şeyi yaptığın zamanki duyduğun pişmanlıkla, yapmadığın zaman duyduğun pişmanlığı karşılaştırırsak, ikincisinin daha büyük söyleyebilirim. Bu yüzden olayları içinize atacağınız bir yük olarak taşmaktansa o saniye çözüme ulaştırmalısınız, aklınızdan geçenleri o an söylemelisiniz derim.
Not:Ben deli değilim.
Gamzeli tarafından sobelendiğimi öğrendim.Bu sefer sorular kabus gibi.1- En beğendiğiniz huyunuz?-Çok dürüstüm.Bi de espriliyimdir.2- Hiç beğenmediğiniz huyunuz ?-Biraz çekingenim.Fazla atak biri değilim.3- En beğendiğiniz yeriniz ?-Gözlerim(renginden değil yapısından ötürü.yoksa bildiğin kahverengi) ve saçlarım.4-Hiç beğenmediğiniz yeriniz ?-Kendimi olduğum gibi kabul ettim.5- Çantanızda mutlaka bulunması gerekenler ?-Çanta taşımam.6- Çantanızda asla bulunmaz ?-5. soruya bakınız7- Arabanızın markası ?Arabam yok henüz:(8- Hayalinizdeki araba ?-Bir kaç tane.McLaren F1, BMW Z8,Ferrari (Herhangi bi model), Peugeot 206 WRC9- En sevdiğiniz yemek ?-Birkaç tane aslında ama saymaya gerek yok.10- Hiç sevmediğiniz yemek ?-Kereviz.11- En sevdiğiniz hayvan ?-At ve köpek (at yarışı oynamıyorum).12- En korktuğunuz hayvan ?-Akrep ve örümcek13- Kullandığınız parfüm ?Parfüm kullanmam.Deodorant kullanırım.14- Kullandığınız cilt bakım ürünleri ?-Bu sorular kadınlar için galiba:)15-Hergün mutlaka yaparsınız ?-Hergün mutlaka yüzümü yıkarım.16- Hergün yapmayı ihmal edersiniz ?-Birçok şey var.17- Karanlıktan korkar mısınız?-Hayır18- Korkutmayı sever misiniz?-Gelen tepkilerden ötürü pek yapmıyorum artık.19- Giyim tarzınız ?-Genelde spor.kırk yılda bir klasik.20- Asla giymeyeceğiniz?-Kapri ve bol pantolon.21-Cep telefonunuzun markası?-Nokia22- Bilgisayarınızın markası ?-Yok.Toplama bilgisayar benimki.23- Karşı cinste hoşlandığınız tip ?Esmer veya Sarışın,kumralda olabilir:)Biraz uzun boylu ve mavi gözlü.(Nerdeee:)24-Karşı cinste hoşlandığınız özellikler?-Dürüst ve rahat.Problemleri kafaya fazla takmayan şahıslar.25- En beğendiğiniz oyuncu ?-Birkaç tane.Marlon Brando,Johny Depp,Brad Pitt26- Benzetildiğiniz bir oyuncu ?-Yok ama bence Antonio Banderas' a benziyorum:)27 -Film çevirmek istediğiniz bir ünlü ?-Angelina Jolie28 - Başka birşey yapmak istediğiniz bir ünlü ?-Angelina Jolie:)29- Tuttuğunuz Takım ?-Galatasaray30- Hangi dalda bir sporcu olmak isterdiniz ?-Formula 131- En büyük hayaliniz ?-Formula 1 pilotu veya piyanist olmak.32- Gerçekleştirdiğiniz bir hayaliniz ?-Söyleyemem.33- Asla yapmam dediğiniz bir çılgınlık ?-Bütün vücudumu dövmelerle kaplatmam mesela.34-Yapabilirim dediğiniz bir çılgınlık ? -Ufkum açık.Yazmasam daha doğru olur(Fesat düşünmeyin.Sadece sizin sınırlarınızın dışındaysa garipsersiniz diye).35-Sobelediklerim-Yok:)