30 Mart 2006

Hayatın imtihanları



Allah gariban kulunu sevindirmek için önce eşeğini kaybettirir, sonra buldururmuş. Açık öğretim 2. taksit ödeme süresinin uzatılması da bana böyle hissettirdi. Ben ve benim gibi sallamayı seven, hep işlerini geciktiren bir arkadaşımla aynı duruma düştük. Taksidimizi yatırmayı unuttuk ve o kati uyarıyı gözlerimiz pörtleyerek okuduk:"bu tarihten sonra kesinlikle süre uzatılmayacaktır." İkimizde geçen sene sınıfta kaldığımız için olası tekrar kalmamız ,okuldan kayıt silinmesine ve askere yolculuk anlamına geliyordu. Arkadaşım için durum altından kalkılabilir bir haldeyken, benim için felaket anlamına geliyordu. Çünkü 4. sınıfta olan ve sadece tek dersten sınava girecek olan benim için (evet sadece 1 dersten lanet sınıfta kaldım) sadece bir geç yatırma yüzünden okulu bitiremeyip askere yollanmak tarifi imkansız aptallıktı. Aklımı kaybettirecek bir vaziyetti. Onca yıllık emeği bir aptallık sonucu çöpe atacaktım. O gün bir çöküntü olarak geçti.

Ertesi gün ise sevinçten havalara uçtuk. Süre uzatıldı. Zafer çığlıkları atıldı. Bir gün önce çökmüşken ertesi sevinçliydim. Bir sevinip bir üzülmek bünyede nasıl bir etki yapıyor söyleyeyim. Sıcak çayın ardından soğuk su içmek gibi.

Pazartesi kötü bir gün olarak başladı. Can sıkıntısı ve zihni meşgul eden düşünceler içinde geçerken bu taksit bombası patladı ve bende moral namına birşey kalmadı. O gün yatağa mutsuz biri olarak yattım. Ertesi gün ise taksit ödeme süresinin uzatıldığı açıklandı. Biz coştuk, fezaya çıktık neredeyse. Aynı gün bu moralle yapmayı planladığım bir işe koyuldum. Olumlu bir sonuçla dönünce sevincim ikiye katlandı. O gün yatağa mutlu biri olarak yattım. Ertesi bir önceki gün olumlu sonuç aldığım işle ilgili kötü bir haber aldım. Sevincim kursağımda kaldı ve tekrar moral olarak çöktüm. Olayların arkası kesilmedi. Gitgide kötü oldu herşey. Tekrar mutsuz biri olarak yastığa başımı koydum.

Kısa zaman aralığında duygularda "tavan ve taban" yapmak beni allak bullak etti. Şaşkınlığa uğradım. Afalladım ve aptallaştım. Önceden belirttiğim gibi bu sıcak ve soğuk arasında gidip gelmeye benziyor. Bir ısınan bir soğuyan kayaların sonu , kuma dönüşmektir. Burda hayatın bana karşı imtihanlarında biraz sert davrandığını düşünmeye başladım. Bir sıcak bir soğuk. Dayanmanın tek yolu kaya gibi olmak. Hatta daha sağlam , sert ve dayanıklı.

24 Mart 2006

İş-güç

Şu an ki konumuma baktığımda, eskiye nazaran çok daha tutsak bir hayat sürdürdüğümü farkettim. Bu fikrimin en büyük destekçisi, bir iş sahibi olmam. Halk arasında iş-güç sahibi, eli ekmek tutan vs. gibi yüceltici sıfatlarla tanımlandırılan bu durum aslında öyle dışarıdan bakıldığı gibi değil. Çalışmaya başladığınızda önce işiniz oluveriyorsunuz. Tecrübe kazanmak için çalışma saatlerinizi fazla tutuyorsunuz ya da tutulmasına izin veriyorsunuz. Artık daha az dışarı çıkıyorsunuz yada yorgun oluyorsunuz. Planlarınızı hep işinize göre yapıyorsunuz. Tatile işinizin izin verdiği ölçüde gidebiliyorsunuz. Hayatımızda ilk sıradaki eylem halini alan işimiz bazı durumlarda kimliğimizden önce geliyor. Mesleğinizle karşılanıp onla yargılanıyorsunuz. Ciğeri beş para etmeyen adamlarla muhattab oluyorsunuz. Daha da kötüsü onlarla çalışmak zorunda kalıp , salaklıklarına katlanıyorsunuz. En kötüsü ise ciğersiz insanlara iş yapmak zorunda kalmak.Sinir sistemimizi bozup , stresin eline düşüyoruz. Hayatımızı kendi ellerimizle kısaltıyoruz.

İş yaşantıma ilk başladığım zamanlar bir telaş , bir çaba içerisindeydim. İnsanları , sektörü ve işi tanıma çabası. Yaptığım işin stresini çok yoğun bir şekilde yaşıyordum. Kabuslar görüyor, uykumda bile aklımdan çıkartamıyordum. Şimdi düşünüyorum da o zamanlar çok toymuşum. Kafamda bu konuyla ilgili gerçek ise, işin benim hayatımdan sonra geldiği. Sıkıntıların sadece bana zarar verdiği. Çalınan ömrün benimkinden olduğu. Bozulan sağlığın benim ki olduğu. Yaşanması engellenen hayatın benim ki olduğu. İlginç olan ise bunları para için yapmamız...

(Fiziksel ve ruhsal açıdan yıpratılmış bir şekilde dönmüş olduğum iş seyahatinden hemen sonra, evde hasta hasta yatarken aklıma gelen bir düşünce üzerine yazıldı.)

18 Mart 2006

İstanbul

İş gereği İstanbul'a gelmiş bulunuyorum. İstanbul'da uyandığım her sabah başka bir şehirde değilmiş gibi kalkıyorum yataktan. Yabancısı olmadığım bu şehrin sokaklarında dolaşırken her bir köşesinde bıraktığım anılarla karşılaşıyorum. Çocukluğumun en yaramaz, en masum, en aktif, en içine kapanık , en büyüleyici evrelerini geçirdiğim bu kentin sokaklarında farklı bir hissiyatla geziyorum. Çocuk gözlerimle gördüğüm, ilk defa kendimi bildiğim İstanbul'u yetişkin gözlerle bakmak daha sıkıntı verici geliyor. Gördüklerim daha farklı ve üzücü. Bu şehri zamanında terk etsekte bir türlü kopamadım. Mutlaka kendisine bir şekilde çekiyor ve etkisinde bırakıyor. Ne kadar kirlense de, gitgide yaşanması zor bir yer halini alsa da benim içimde her zaman ayrı bir yerini olacak. Hep küçükken zihnime kaydettiğim görüntülerle anacağım. Daha güzel haliyle.

14 Mart 2006

Revir Manzaraları



Bugün sıradan bir gün olarak başladı.Her zamanki gündelik telaşlar, gündelik işler..Ne olduysa öğleden sonra oldu. Önce yemek sonrası rehaveti olduğunu düşündüğüm bir ağırlık çöktü. Sonra bir baş dönmesi hasıl oldu. Ardından bir halsizlik bir yorgunluk sorma gitsin. Temiz hava yarar diye dışarı çıkmamsa pek fayda etmedi. Yüzümü yıkadım olmadı. Başım dönüyordu ve gitgide halsizleşiyordum. 5 dakika sonrasını hayal ettim. Ayağa kalkarken yere düşüyordum birden. Etraftan birileri koşturacaktı. Karga tulumba götürüceklerdi. Bir kişi kollarımdan bir kişi ayaklarımdan patates çuvalı gibi taşındığımı gördüm zihnimde. Bayılmak o anda gözüme sırf bu yüzden büyük bir felaket olarak göründü. Ne olursa olsun bayılmayacaktım. Bu düşüncelerden sonra tansiyonumun düştüğünü anladım(Pes yani). Arkadaşlarımdan revirin yerini öğrendim ve gittim.

Revirde güleryüzlü sıcak hemşire bir teyze vardı. Tansiyonumun düşmüş olabileceğini söyledim. Kontrol etti. Öğlen yemek yemedin mi diye sordu. Yoo yemiştim hemde bayağı iyi yemiştim. Hatta tatlıyı sevmeyen arkadaşımın tatlısınıda iç etmiştim. Sedyeye yatmamı istedi. O sırada bir telefon açtı: "Bir hastam var ..(burayı duyamadım)...
(burayı da duyamadım). evet acil!". O lafı söyledikten sonra beynimde şimşekler çaktı. Acil durum neydi ne oluyordu bana? Bu soruların cevabını hemşire teyzeye sormak varken, onun yerine kendimi telaşlandırmıştım.Teyzenin rahatlatan açıklaması gecikmedi: "yemekhaneyi aradım.tuzlu ayran istedim.ne? tuzlu nanemi diyo çocuk:)" dedi. Rahatlama ardından gülüşmeler geldi. Ayrandan önce 2 tane çikolata verdi teyzem, bende afiyetle mideye indirdim. 5 dakikada bir tansiyonumu ölçen teyzenin tavırları anne sıcaklığındaydı. Sanki kendi oğlu rahatsızlanmış ve onla ilgileniyor gibiydi. Yemekhanedeki çocuğun telefonda yaptığı enayilikten şüphelenen teyzem, birini tuzlu ayranı almaya yolladı. Yemekhaneye giden kişi ayran ve "ayran çok tuzluysa su katarsınız" tavsiyesiyle birlikte geri döndü. Ama yollanan şey tuzlu ayran değildi. Zehirli ayrandı. O kişinin "tuzlu" kavramını algılama biçiminde gariplikler olmalıydı. Sulandırılmış haliyle bile çok tuzlu ayranı, acı bir şurup içen çocuğun mızmızlığıyla içtim. Teyzem hemen su getirdi. Ardından "zehirli ayran"ın faili kişi hakkında söylenmeye başladı. Tekrar tansiyonumu ölçmek için geldiğinde adımı sordu;"Bayram.bayram günü doğmuşum" dedim. Gülümsedi, "Babamın adı da Bayram.Annemin adı da Hediye. Rahmetlik, anneme şöyle derdi: bir Bayram günü Hediye ettiler seni" dedi. Teyzenin yüzündeki gülümseme, o aşk'a tanık olan bir gülümsemeydi. Böyle sevgi dolu, sıcak ve düşünceli olmasının sebebini de anlamış oldum.

Revire kafasına kamyonun kapağı düşen bir kamyoncu getirdiler. Kafası ve sırtı yaralanmıştı. Çok önemli bir yaralanma değildi belki. Ama teyze pansuman yaparken adamdan yükselen "ay uff amanıın" nidaları yükselince ben kendi halime şükrettim. Sedyeye yatarken ,sanki ameliyat masasına yatmış triplerindeyken o kişinin yerinde olmadığım için dua ettim. Sonra teyzem tekrar geldi. Tansiyonumu tekrar ölçtü. "hadi yırttın:) normale döndü tansiyonun" dedi. Kalktım teşekkür ettim elleri öpülesi teyzeme. Çıktım ve düşündüm. Kendimi her an bir parçası bozulabilecek bir makine gibi hissettim. Aslına bakılırsa ben de makinenin sağlıklı işlemesi içinde pek de bir çaba göstermiyordum. Peki bir çaba içerisine girecek miydim? Galiba hayır:) En azından bir bayram günü hediyemi alana dek..

10 Mart 2006

Yaramazlık



Çocukken çok sık işittiğim söz yaramazlık yapma idi. Kelime anlamıyla yaramazlık , herhangi bir faydası olmamak anlamına gelirken, bence çok keyifli bir eylemdir. O çağlardaki hareketliliğimin sebebini tam bilemiyorum. Ama kendiliğinden oluştuğunun farkında değildim. Delice akan bir ırmağın sularına kapılıp gidiyordum. Bazen hareketlerimin sonuçları benim aleyhimde gerçekleşiyordu. Ama bir süre durgunlaşır sonra tekrar coşardım. Zaten yara izlerimin hepsi çocukluktan kalma bir anılardır. Baktığım zaman o an da yaşadığım korku ve acıyı hatırlarım.(Nası olduklarını hatırladıklarım en azından)

Yaramazlıklarım genelde annemin müdahalesiyle sona ererdi. Kaç sefer evin önünde oynamayı bırakıp, o zaman oturduğumuz eve yakın olan Haliç' e kaçardık. Haliç , Bizansın altınlarıyla dolu olduğu söylentilerinden ötürü Altın boynuz olarak anılırdı ve ben çocukken de zamanın belediye başkanı Bedrettin Dalan' ın iddia ettiği gibi henüz mavi olamamıştı. Parkta oynarken uzaktan gelen tehlikeyi sezerek annemin geldiğini görür, nemrut bakışları eşliğinde eve doğru yol alırdım. 5 metre önünde ve sürekli gelecek atakları kontrol ederek. Gerçek yaramazlıklarıma gelelim. Karateye olan ilgimden ötürü mahalledeki diğer çocuklar üzerinde karate çalışmalarım olmuştur. Bir tanesinin karnına, atarsın atamazsın iddialaşmasından sonra yumruğu koyup ardıma bakmadan kaçmıştım. Akşam çocuğun annesi büyük bir çıngar çıkartmıştı. meğersem çocuk bayılmış:) Bir başka çocuğa koşarken nası aklıma estiyse uçan tekme atmıştım, tamda suratının ortasına. Cam kırmalar, top patlatmalar, tartaklamalar gibi şeylerde mevcut. En ilginç olanı kaybolma hikayem. Ortalıklarda olmadığım bir gün annem gidebileceğim her yeri aramış, sormuş ama sonuç alamamıştı. Tam çıldırmak üzereyken evin karşısındaki boş arsaya bakmak aklına gelmiş. Arsaya girdiğinde beni yavru bir kediyi kucaklamış bir şekilde uyurken bulmuş:)

Kendime zarar verdiğim yaramazlıklar ise sayısız o yüzden hiç girmemek en iyisi. Ama fikir sahibi olmak açısından 2 örnek vereyim. Su kuyusuna düşme ve bir de kaynar suyla haşlanma vukuatlarım var. Yeterli olur sanırım. Ama hala tek parçayım. Çocukları küçükken kazalardan koruyan bir melek olduğunu düşünüyorum. Onca kazadan sağlam çıkmamı başka bir şekilde açıklayamıyorum çünkü. Koruyucu meleğime çok teşekkür ediyorum. Keşke büyüyünce de bir melek tarafından korunsak:)


08 Mart 2006

Emrah (küçük)


Akşam vakti nerden esti bilmem. Aklıma güççük emrah fimleri geldi. Her zaman ağlamaklı, kaşlar iç bükey bir açıyla gerilmiş
(dış bükeymiydi yoksa?), hüzünlü konuşmasıyla emrah halimize şükrettirirdi. Her zaman zorluklarla karşı karşıya kalan emrah, ömrü boyunca kaderin sillesini yiyen boynu bükük gariban çocuğu canlandırırdı. Bir tek onu canlandırabiliyordu gerçi. Emrah ın güldüğü , sevinçli olduğu herşeyin tıkırında gittiği filmleri bana hiç inandırıcı gelmedi. Çok filmini seyretmedim emrahın ama çocukken ister istemez seyrediyorduk. Bu davranışımı da çocukken yapılan salaklıklar kategorisinde değerlendiriyorum.

Neydi emrahımızın derdi? Bir fizik kaidesi gibi emrahın her filminde en az bir kişi kötü yola düşüyordu. Bu şahıslar kimi zaman anası, kimi zaman bacısı bazende sevgilisi oluyordu. Acaba bu senaryoları yazan arkadaşın gözünde sadece insanın bir yakınının iğfalimi olayı vahim ve acıklı getiriyordu bilmiyorum. Ama emrah filmlerinde mutlaka bu yönde bir darbe alır, sitemlerini dile getirirdi. Bir filmdeki sitemkar şarkısı hala kulaklarımda : "Aah ıman(x4) emrah ölüğrse mezaarıığıma anam gelmesiiğnn". Bunca yıl sonra bu şarkıyı hatırlayışımın sebebini ultra dümbelek sözlerine bağlıyorum. Mozart ı hiç dinlememesine rağmen konserine gitmeye istekli bu acıların çocuğu da değişti. Yeni yapımlarında eskiden çektiği zorlukların acısını çıkardı, sevgilisi elinden alınan emrah top modellerin bellerine kolunu doladı. Normal biri olsa yüzüne bakılmayacak emraha, güzelim kızlar birer birer aşık oldu.

Büyüdü ve değişti emrah. Traş olmaya başladı. Saçlarını jöleledi. O gariban köylü çocuğu, o yüzünde ağlamaklı ifadesi eksik olmayan kader kurbanı, o iç bükey kaşlarıyla yüreklerimizi dağlayan boynu bükük kardeşimizin yüzünde pis bir sırıtış belirdi. Gözlerine hin bir ifade yerleşti. Aklı başka yerlere kaymaya başladı. Ne içindi emrah hepsi? Bunun için miydi? O ezik çocuğu bunun içinmi öldürdün? O kaybeden tavrın aslında oyunmuydu? Bizi kandırdın da ne geçti eline söylesene? Asıl sen kaybettin. Artık gözümüzde masum değilsin. O gözünden yaş eksik olmayan , mendilsiz saf çocuğa kıyarak sonunu hazırladın. Artık emrah oldun, adının başındaki "küçük" mazi oldu. Büyümüş ve masum olmayan emrah oldun...
:)

06 Mart 2006

4X4 Sobe Bilgilerim

Gamzeli tarafından ebelendiğimi öğrendim. İşte benle ilgili bilgiler.Bazıları 4 e tamamlanamadı.

YAPTIĞIM 2 İŞ

  1. Bir gıda firmasında program ve teknik destek stajı.3 Ay
  2. Bilgisayar Programcılığı. 6.5 Sene

DEFALARCA İZLEYEBİLECEĞİM 4 FİLM

  1. Fight Club (Mükemmel oyuncu performansları ve mükemmel film)
  2. Pirates of Caribbean (Mükemmel oyuncu performansı ve komedi)
  3. Twelve Monkey (Mükemmel oyuncu performansı)
  4. English Patient (Mükemmel oyuncu performansları ve hüzün (ağladığım ilk film))

YAŞADIĞIM 4 YER

Sırayla

  1. Niğde. 6 ay (Doğdum)
  2. Ankara. 1.5 Sene
  3. İstanbul. 7 Sene
  4. İzmir (Kalanı)

SEVDİĞİM 4 TV PROGRAMI

  1. F1 ve Rally Programları( ve yarışları da)
  2. Naruto (anime.TV Tokyo da yayınlanıyo.Ben netten indiriyorum)
  3. Bleach (Üsttekiyle aynı tv de yayınlanıyor)
  4. cnbc-e deki komik diziler(Seinfeld,raymond...)

TATİL İÇİN GİTTİĞİM YERLER

  1. Çeşme (Her sene giderim.Denizine hastayım)
  2. İstanbul (Gez gez bitmiyor.)
  3. Kuşadası
  4. Tayland (Tatil için gitmedim ama işlerin hafifliği ve süresinin bol olması onu tatile çevirdi)

EN SEVDİĞİM 4 YİYECEK

  1. Yaprak Sarma
  2. Patlıcan yemekleri(1. ve 2. zaman zaman yer değiştiriyor)
  3. Sushi
  4. Biber dolma

HER ZAMAN ZİYARET ETTİĞİM 4 BLOG

Listemdeki kişiler , listemdekilerin listelerindeki kişiler ve listemdekilerin listelerindekinin listelerindeki kişiler , listemdeki..........şeklinde


ŞU ANDA OLMAK İSTEDİĞİM 4 YER

  1. Japonya (Onurlu samurayların anavatanı)
  2. Tayland (İç huzurunu bulmuş, sıcak insanların anavatanı)
  3. İstanbul (Eğlencenin Anavatanı, Çocukluğumun dereyatağı)
  4. Çeşme (Deniz ve kum)
EBELEDİĞİM 3 BLOGGER

Margot, İbrahim Özdemir, bulsara

01 Mart 2006

Öykü


Mert, arkadaşlarıyla geldiği plajda güneşlenmekten sıkılmış, 3 aydır hayalini kurduğu mavi sonsuzluğun kollarına kendini atmıştı. Yoğun iş hayatı tatile hasret bırakmıştı Mert i. Önce serin suya vücudunu alıştırdı, sonra kendini birden denizin kucağına bıraktı. Biraz açıldı , denizle başbaşa kalacağı biryere yüzdü. O uçsuz bucaksız denizin içinde kendini olmadığı kadar huzurlu hissediyordu. Bedenini suyun üstünde yatay hale getirdi ve kulağını denizi neşeli melodisiyle doldurarak gözlerini kapadı.

Gözlerini açtığında en son olduğu yerde olmadığını farketti. Etrafta aydınlık değildi. Ama hava güneşli değil miydi az önce? Güneş ışınları başının üstünden ok gibi derinliklere doğru fırladığında , denizin yüzeyinde olmadığını farketti. Dehşetle irkildi bir an ama bir sorun yoktu sanki. Etraf kabarcıklarla dolmaya başladı yavaş yavaş. Oraya nasıl geldiğini bilmiyordu. Ama bildiği tek şey boğulmak istemediğiydi. Fakat bir gariplik vardı. Nefes alabiliyor gibiydi. Biraz bekledi ve nefessiz kalmadığının farkına vardı. Tamda o sıra hava kabarcıklarıyla doldu etraf. Ve gitgide daha da aydınlandı denizin dibi. Artık tek başına değildi. Çeşit çeşit ve renk renk balıkla doldu çevresi, kalabalıklaşıyorlardı. Kabarcıklar azaldı daha net görüyordu artık. Etrafında daireler oluşturuyorlardı. En altta deniz atları, üstünde çizgili ve envai çeşit renge sahip tropikal balıklar onun üstünde kılıç balıkları en üstte yunuslar vardı. İrili ufaklı başka balıklarda katıldı bu şenliğe . Tam bir panayır yerine dönmüştü ortalık. Gözlerine inanamıyordu. Sanki denizin altında bir festivale katılmıştı. Bu esnada hareketlilik azaldı ve artık daha da aydınlanmıştı deniz. Önündeki canlılar çekilmeye başladılar. Sanki önemli bir şahsın yolunu açıyorlardı.

Uzaktan bir parlaklık gördü. Yaklaştığında büyükçe bir balık olduğunu düşünmeye başladı. Daha da yaklaştığında gelenin, her bir teli ayrı parlayan altın rengi saçlarıyla, denizin masmavi kalbinin rengini aldığı gözleriyle bir deniz kızı olduğunu gördü. Kuyruğu sıra sıra renkli taşlarla diziliydi ve göz alıcıydı. Eşşiz güzelliğe sahip bu deniz kızını gördüğünde acaba gerçek mi bu olanlar diye düşündü. Deniz kızının ona yaklaşmasıyla bu düşüncesi silindi. Giderek yaklaştı, yaklaştı ve elini uzattı. Elini tuttu Mert. Deniz kızı Mert in gözlerinin içine baktı, yaklaştı ve gözlerini kapadı. Başını genç adamın başına daha yaklaştırdı ve dudağına bir öpücük kondurdu. Dudağı öpücüğün sıcaklığıyla eridi genç adamın. Kalbi deli gibi atmaya başladı ve etrafındaki balıklar çıldırırcasına dansetmeye başladı. Tüm deniz halkı eğlencenin doruk noktasına ulaşmaya çalışıyordu. Denizin dibinde mükemmel bir eğlence vardı insanoğlunun hayal edemeyeceği güzellikteydi. Deniz kızı geri çekildi ve uzaklaşmaya başladı. Gitmesini istemiyordu Mert. Bırakmak istemedi ve elini uzattı. Ona erişmeye çalışıyordu. Ellerinin arasından kayıp gidiyordu. Birden tekrar kabarcıklarla doldu etraf. Etrafta kararıyordu aynı zamanda, deniz canlılarıda yavaş yavaş kayboluyordu. İyice karardı etraf.Daha da karardı.Kapkaranlık oldu.

Mert içinde bir acı hissetti. Tam göğsünde bir acı. Oradan boğazına doğru çıktı. Sonra ağzında acımtırak bir tat oluştu. Öksürerek ciğerlerindeki denizi kusuyordu. Bir süre sonra yüzünde kumları hissetti. Plajda yatıyordu. Kulağıda duymaya başladığında "Mert uyan,Mert ,Meeert" seslerini işitti. Kendine gelir gibi oldu ama vücudunda takat yoktu. Arkadaşları onu yerden kaldırıp şezlonglarının yanına götürdü. ve yatırdı. Etrafında kişi sayısı azaldı. Meraklı kalabalık dağılmıştı."Mert iyimisin kanka cevap ver" dedi arkadaşı. Mert, "iyiyim.Bana ne oldu?" diyebildi. Arkadaşı "kanka çok korktuk az daha boğuluyordun dedi.çok açılmışsın.eğer bu bayan oralarda olmasaydı.." dedi, gerisini getiremedi.Mert gerçeği algıladı o an. Düşünün garipliğinin nedenini de anladı. Kıza doğru kafasını çevirdi. Buğday sarısı saçlarıyla , okyanus rengi gözleriyle , sıcak bir şekilde gülümseyen kızı gördü."nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum.hayatımı kurtardınız" diyebildi güç bela."Teşekküre gerek yok.Siz iyisiniz ya" dedi gülümseyerek.Mert, sadece başını sallayabilecek gücü buldu."dinlenin şimdi kendinize gelince görüşürüz" dedi ve ayrıldı.Mert elini uzatmak istedi , gitmesini istemiyordu ama gitti. Mert in arkadaşı, "kanka, bu kızın hayatımı kurtaracağını bilsem ben de boğulurdum:)" dedi."Çok şanslısın sana suni teneffüs yaptı ama sen baygındın ,hiçbişey anlamadın:)" diye ekledi.Mert in yorgun ve mor yüzüne, mavi bir gülümseme yayıldı...