29 Mayıs 2006

Emniyet kemeri



Blog arkadaşlarımdan burcyni nin yeni blogunun konsepti bana bu yazıyı yazma ilhamını verdi. Kendisi ikinci bir blogda farklı bir konseptte yazılar yazmaya başladı. 2. blog açıp takip edecek vakte sahip olmadığımdan, arada sırada yazı olarak sunacağım kendime dair karanlık tarafları, garip/korkutucu/absürd fikirlerimi.hangisi olduğuna siz karar verin...

Figth club filmini seyretmiş olanlar bilirler.Tyler ı düşleyen adamın uçaktaki fikirlerini. Benimki de ona benziyor. Birgün arabayla biryere giderken aklıma bir düşünce geldi. Şu karşıdan gelen araçla çarpışsak ne olur? Hızımıza ve çarpışma açımıza ve araca göre nasıl bir duruma geleceğimizi düşünmeye başladım. Nasıl bir şekilde yaralanırdık yada ölürmüydük? Sonra çarpışma anında patlayan camları, aracın içinde bir oraya bir buraya uçuşumuzu kafamda canlandırdım. Sonra aracın parçalarının vücudumuza saplanışını ve o anda verebileceği acıyı düşündüm. Bunu yaparkende son derece sakindim. Başlı başına bir kaza simülasyonunu yapmıştım kafamda ve bu canlandırma içindeki kişi ben ve o an arabadaki kişi yada kişilerdi. Benzer bir senaryoyu uçak içersindeykende yazdım. Uçak kalkarken o sırada bir mekanik arıza oluşuyordu ve kalkmak üzereyken tekrar yere düşüyordu uçak ve sürükleniyordu. İkiye ayrıldıktan herşey darmadağın oluyordu. Yada uçarken bir hava boşluğuna giriyorduk. Önce titremeye sonra ise sallanmaya başlıyor ve giderek irtifa kaybetmeye başlıyorduk. Ardından panik ve çığlıkların içinde son derece sakin kendimi görüyordum. Arabada iken kurtulma şansım varken uçakta ise böyle bir şans düşüktü. Gene bir araba yolculuğu sırasında yukarda bahsettiğim gibi bir kazayı tecrübe etmek istediğimi farkettim. Kafamdan "şurdan yuvarlansak." şeklinde başlayan bir cümle geçti. Kaza yapmayı istemek gibi sağlıklı olmayan bir düşüncenin zihnime nasıl yerleştiğini anlayamıştım. Aslında ölmek istemiyordum ama bu fikre sıcak bakıyor olmaktanda kendimi alamıyordum. İlk tepkim ise emniyet kemerini takmak olmuştu.

Arkadaşlarla geçirilmiş çok keyifli bir akşamın ilerleyen saatlerinde eve dönüş yolculuğu için arabaya birer birer doluştuk. Damarlarımdaki alkol, beyin hücrelerimide ziyaret ederek mantıklı ve düzgün cümle kurma yetimi etkilemiş, aynı zamanda birinin yardımı olmadan yürümemi de zorlaştırmış durumda idi. O geceki hareketlerim sonucu oluşan yoğun utanç duygusu ayılmamı beklemeden o zilzurna bünyemi kaplamıştı. Aracı yeni tanıştığım bir arkadaş sürmekte idi. Önce keskin dönüşler, çabuk hızlanmalar ve makaslar benim gibi adrenalini seven ve agresif bir sürüş stiline sahip biri için keyif vericiydi, keyif vericilerin etkisinde olan biri için bile keyifliydi. Lakin sonradan biraz değişiklik oldu. Bu sürüş stili benimkinde de agresif ve tehlikeliydi. Giderek tehlikeli olmaya başlayan hareketler zinciri virajı hızlı alma ve duran araçları sıyırırcasına geçme şekline döndü. Önceki keyifli durum gitti yerine "aha şimdi koyduk öndekine","lan lan şimdi girdik duvara","bu hızla bu viraj alınmaz şindi daldık biyerlere" şeklinde yusuflu nidalar geldi. Yolculukta yanımda kardeşimin olmasıda korkutucu hale geldi belkide. Ama babamın acemi olduğu zamanlarda bize yaşatmış olduğu deneyimden beri böyle korkmamıştım. Babamın araba sürmekten uzak stili bize yol boyunca bildiğimiz tüm duaları okutmuş, unuttuklarımızı ise hatırlatmaya zorlamıştı. Bunda ise içkili olduğum için dua fikride pek akla yatkın değildi. Korkunun yanında arka tarafta patates çuvalı gibi bir o yana bir bu yana savrulmakta cabasıydı. Eve vardığımda, ayaklarım yere değdiğindeki rahatlık anlatılamazdı. Hatta ayılmıştım bile denebilir. Unutulmazdı.

İlk fikrime ve bu yaşadığım yolculuğa dönersek, aslında ilk fikrimin tamamen kolpa olduğunu anladım. O gece anlamadım tabi. Çünkü pek düşüncek durumda değildim. Ama gerçekte böyle bir durumda kaldığımda yani kaza ihtimaline çok yaklaştımda içgüdüsel olarak kardeşim ve benim için korktum. Her duvarı sıyırışımızda aklıma gelen şey ölmemekti. Kardeşim ve benim araçtan sağ çıkmasıydı. İlk başta düşündüğü o saçma fikir değildi. Kaza istemiyordum. Yaşamak istiyordum. Yaşadıklarım ve hissettiklerim sonucu gerçek fikirler inkar edilemez bir şekilde
karşıma çıktı. Garip fikirlerimin tamamen aptalca zihinsel bir oyun olduğunu ortaya koydu. Öyleyse neden başta böyle aptalca,korkunç bir şeyi kafamda canlandırmıştım. Bu çok ilginç bir durumdu. Daha ilginci ise bu karanlık düşüncenin sebebini yazıyı yazmaya başladığımda bulmamdı. Kendimi garipsemeye başlamışken, bilincimi altında yatan gerçek dürtü belliydi aslında. Yaşamak. En azından zihnimde dönen onca gariplikten birinin gerçek olmadığını anladım. Normale biraz daha yaklaşmanın sevinciyle uykuya daldım:)

23 Mayıs 2006

Gerçeğin Peşinde



Blog b
aşlığımla aynı başlığa sahip bir yazıyla geri dönmek istedim. Bloga bu başlığı verirkende biraz düşünmüştüm, kendimle ilgili birşey olmalı, benden birşey olmalı diye. O zamanlar ve halen en çok yaptığım en eylme düşünmek ve gerçeğe ulaşmak idi. O zamanlar zihnimi çok meşgul ediyordu bazı konular ve cevapları bulmak için çok fazla mesai yapıyordu beynim. Sabah kalktığımda , işe gittiğimde , çalışırken ve gece yatağa yattığımda. En ufak bir ayrıntıyı bile kaçırmadan değerlendirmek için hafızamın en derin en köşe bucak noktalarını bile didik didik ettim. Titizlikle verileri toplayarak resmi ortaya çıkarmaya çalıştım ve en nihayetinde kendimce kararlara vardım.

Yakın zamanda ise kendimce doğru olduğunu düşündüğüm bu gerçekleri yerle bir eden yeni gerçekler öğrendim. Aslında bunlara inanmak istemedim. Kendi gerçeklerimi kaybetmek istemedim. Çünkü onları ortaya çıkarmak için çok çabalamıştım,çok da acı çekmiştim. Şimdi ise öğrendim ki bu kadar acıyı, hüznü sadece aptalca bir fikirden dolayı yaşamışım. Bu konuda tepkim önce inanmamak oldu. Bunların gerçek değil yalan olduğunu ortaya çıkarmaya çalıştım ama evet gerçeklerdi. Peki beni yerle bir eden, yıkan, acıtan gerçeklerin bir anda sadece düşünülmeden söylenmiş bir yalan olduğunu öğrendiğimde ne yapmalıydım? Yaşadıklarımı yok mu saymalıydım? Çektiğim acı yerinemi gelecekti, hüznüm gidip yerine parlak bir gülümsememi gelecekti, akıttığım gözyaşlarına yerinemi dolacaktı? Hayır. Hiçbir değişiklik olmayacaktı. Ne ben nede şu ana kadar oluşturduğum düşünce öbeği değişmeyecekti. Gerçeklerim ise hala sağlamlığını korumalıydı. İlk defa gerçeği görsemde kabul etmek istemedim. Görmezden geldim. Doğruluğunu inkar etmesemde olmamış gibi varsaydım. Nedenmi? Eğer kabul etseydim yaşadıklarımı inkar etmiş olacaktım. İnkar edemezdim. Çünkü o an orda, o kapkaranlık dünyada, tek başına, sessizlik içinde, acıyarak, sızlayarak, yaramı tekrar ve tekrar kanatma pahasına, beynimi aşırı kullanmak pahasına, çıldırma noktasına gelmek pahasına, hayatımı bu gerçeği bulmaya adama pahasına gerçeğin peşinden gitmemin hatırına yapmamalıydım. Yapmadım...

Artık gerçeğin peşinde koşmaktan görevimden kendimi azat ediyorum. Gerçeklerimi kaybetmemek için yapıyorum bunu. Gerçeklerimin bir yalan uğruna heba olmaması için...