22 Haziran 2006

Aşk Sonrası Serenadı

Bana bakıp bakıp acıma, yanılıyorsun
Gayri senin bildiğin adam değilim.
Islanıyorsam bulvarlarda bir başıma
Bu benim kendi itliğim..

Zaten istesen de sevemezsin beni
Senden sonra anlamını da yitirdi gözlerim.
Şimdi dünya güzeli gelse yanıma usulca
Tutup «Aşk» dese «Hoşt» derim..
Ama beni seviyordun diyeceksin, olabilir
Mesela ben baklavayı da severdim.
Bakardım -züğürtlük bu ya- kısmet olmazdı
Ondan geçer, salyalarımı yerdim..
Geçenlerde n'oldu biliyor musun şey;
Hani palmiyeler vardı, yaslanıp seni beklediğim
Hani diplerinde yemin bile etmiştik
Sadakatımız üstüne
Sıkışmışım -insan hali- diplerine işedim..
Bizim Tekçi Rifat' a verdim mektuplarını
Takas yollu dört tek şarabını içtim.
Bir karım vardır -tanımazsın- Topal Zeyno
Aynı gece onunla dalgamı geçtim..
Resimlerinin de hesabı görüldü o gün
Şaraba kül atacaktım, cıgaram yoktu.
Derken onlar geldi aklıma, bir güzel yaktım
Yanarken bile gözlerin gülüyordu..
Yoo, «Vicdan azabı çekiyorum» deme
Değmez buna onların hiçbiri.
Sen şimdi geleceğe bak boylu-boyunca
Çıkar aklından o eski çapraz günleri..
Sana beddua ettiğimi de nerden çıkardın
Duam geçmez ki benim, bedduam geçsin.
Hem sana yüzük alacak param mı vardı.
Tabii başkasını seveceksin..
Aşk maşk aslı yok, görüyorsun ya
İyisi mi hadi dön doğru geldiğin yere.
Kocana sım-sıkı sarıl, gerisini boşver
Aklın ermez senin böyle işlere..

Bana bakıp bakıp acıma, yanılıyorsun
Gayri senin bildiğin adam değilim.
Islanıyorsam bulvarlarda bir başıma
Bu benim kendi itliğim..

Erdoğan Çokduru

08 Haziran 2006

Rüyalarını Kaybeden Adam



Her zamanki sıradan karanlığın içinde el yordamıyla yatağını buldu , sıradan ve azap verici yumuşaklığın kollarına kendini saldı. Günün en sevmediği zamanında, bilerek ve mecburiyetten yorgun vücudunu yatağa teslim etti. Ayak direye direye, sürüklenircesine geldi o kumaş, pamuk ve demir kargaşasına. Gecelik mezarının kumaştan toprağını üstüne çekti. Gözlerini kapatmak istemiyordu. O dipsiz ve derin karanlığın içine bari bu gece düşmek istemiyordu. Ama çabası yetersiz kaldı. Gözleri anlayamadığı ve kaynağı belirsiz bir gücün etkisinde ağır ağır kapandı. Karşı koyamayacağını bilerek, çaresizliğini bilerek akışın içerisine saldı bilincini ve kayboldu karanlıkta.


Işıksız, havasız, kapalı ve çıkışsız bir karanlığın içinde zaman kavramında bağımsız bir oraya bir buraya dolandı durdu. Ne bir çıkış bulabildi ne bir ışık hüzmesi gözünü aldı. Karanlıktan kaçtıkça üzerine geldi gölgeler. Yaşadığı azap giderek yaşam sevincini tüketiyordu. Tüm bunlara son vermek istercesine, tüm hücrelerinde hissettiği çaresizlik ve acıyı durmak istercesine, biri yardım eder sesini duyar ümidiyle haykırmaya çalıştı. Sesi boğazında tıkandı, kafasının içindeki boşlukta yankılandı. Tüm çabaları çaresiz kaldı, kendi ümitsizliğinin gerçekliği içinde korkularının çığlığında sağır olmak üzereyken uykudan uyandı.

Bu rüya görmeden , karanlık içinde geçirdiği kaçıncı gündü onu bile hatırlamıyordu. Belki haftalar , aylar hatta yıllar bile geçmiş olabilirdi. Karanlıkta geçirdiği her saniye zaman mefhumunu yitirmesini sağlamıştı."Ne kadar sürecek bu karanlık.Allahım neden rüya göremiyorum? Ne oldu onlara?" En çok başvurduğu soru cümlesi iken , en cevapsız sorularıydı aynı zamanda. Sokağa çıktı. Yolda yürürken gözleri bir perdenin arkasından bakar gibiydi. Umarsızca etrafı görmeye anlamaya çalışan birinin çabası belli ediyordu kendini. Yanından geçtiği mutlu çiftin ışıltısı gözünde yansımadı. Pembe yanaklı, güzel kızın samimi gülümsemesini göremedi. Sevdiği adama olan sevgisi ona ulaşamadı. Elindeki pamuk helvasını kimseye aldırmadan yiyen çocuğun sevincini hissedemedi. Yaşadığı mutluluk ona gelemedi, etrafındaki görünmez duvardan geçemedi. Hayata dair tüm güzel duyguları engelleyen duvarının içinde, oyuna alınmayan bir çocuk hüznü içinde etrafına baktı. "Beni de alın" demek istedi. Diyemedi.

Evindeydi ve onu bekleyen tek cisme doğru yaklaştı. Cenaze merasimindeymiş gibi bir duyarlılıkla ve ciddiyetle, karanlığa giriş kapısı olan yatağına uzandı. İçinde tekrar filizlenmesini istediğini duyguların hayaliyle tavanı seyretti. Bir daha göremeyecekmiş gibi bir düşünceyle vücudu yanmaya başladı. Uzaklaşan trendeki sevdiğine el sallar gibi baktı ve bir damla yaş gözünden yastığına kadar süzüldü. Damla yastığa ulaşmadan, kaynağı belli olmayan güce teslim oldu gözleri. Açılmamacasına gözyaşıyla mühürlendi hayata açılan umut kapıları.

Bilindik bir acıyla karşıladı karanlık onu. Sonsuzluğu içerisinde tekrar hapsetti. En sefil duyguları gönderdi ona , elindeki en iyi askerlerle saldırdı tekrar ve tekrar. Yeniden o azap duygusunu olabildiğine gerçek, olabildiğine ağır , olabildiğine acı bir şekilde bir şekilde hissetti bedeninin her santimetrekaresinde. Kurtulmak istedi. Şimdiye kadar istemediği kadar istedi. Tüm sesler kısılmaya başladı yavaştan. Bedenini bir serinlik kaplıyordu, akşam yeline karşı balkonda otururken hissettiği bir serinlikti. Hatırlıyordu artık. Ruhunu ferahlatan güzel duygular bir heyecanla aklına doluyordu. Çukulatasını yiyen bir çocuğun sevincini hatırladı önce. Yüzünde çoşkulu gülümsemeyi hatırladı. Sonra sevgilinin yüzündeki aşkı hatırladı. Parıltısı gözlerinde ışıldadı ve sevgiyi yüreğinin derinliklerinde hissetti. Sevgiyi hatırladı, mutluluğu hatırladı, aşkı hatırladı, umudu hatırladı. Karanlığın etkisi giderek azaldı ve kara bir çarşaf yırtılırcasına dağılıverdi gözlerinin önünde. Bedeni artan bir ferahlamanın etkisiyle bir tüy gibi hafifledi. Işık giderek daha fazla gözlerini alıyordu. Giderek hafifliyor ve ferahlıyordu düşlerini yeniden elde etmenin coşkusuyla. Daha önce görmediği kadar zengin , içini ısıtan, sevinç taşan rüyalar gördü. Birer birer geçti önünden rüyaları, onu selamlayarak, onca zamanın acısını çıkartarak. Işığın parıltısı arttı, bedeni hafifledi, ruhu serbest kaldı. Işık hertarafı aldı en sonunda..

Sabah soğuk bir yatakta , gülümseyişini , kaybettiği çok kıymetli birşeyi bulan birinin mutluğuyla, yüzünde tutan bir adam buldular. Gözleri kapalı ve bir daha açılmayacak bir adam. Mutlu bir adam. Rüya gören bir adam...