21 Temmuz 2006
Yazmayalı bayağı zaman oldu. Ama bu da zaten bir yazı değil. Uzun zamandır yazı yazmak için klavyenin başına geçtiğimde, dijital ve boş sayfaya boş boş bakıyorum. Zihnim kuş uçmaz kervan geçmez bir yer haline dönüşüyor. Yazamıyorum.. Belki bir tatil iyi gelir bana. Kafamı zararlı bitkiler misali saran fikirlerden kurtulmak için bu tatile ihtiyacım var. Güneşli ve sıcak bir iklim, deniz kenarı ve denizin kendisi. Benim için yeterli bu kadarı. Bir süreliğine gidiyorum. Belki yeni fikirlerle dönerim. Yeni gerçekler keşfederim. Belki de bir hatıra olarak kalır herşey ve su üstüne yazılan yazı gibi kaybolur. Herkese iyi tatiller. Ben tatildeyim. Görüşmek üzere..
04 Temmuz 2006
Vicdan muhasebesi
Geçmişte birine yaptığınız bir davranıştan ötürü yıllar yılı vicdan azabı çektiğiniz oldu mu hiç? Vicdan sahibi kişilerin yaşayacabileceği bir histir bu. Gerçi vicdan sahibi birinin bu durumda olmaması yani kendine bu hissi yaşatacak bir harekette bulunmaması gerekli diye düşünebiliriz. Ancak her zaman olaylar kişilerin kontrolünde olamıyor, istemediğimiz sonuçlar ortaya çıkıyor ve düşüncelerimiz yanlış anlaşılıyor. Yanlış anlamanın pençesinden kurtulamıyor, kendimizi ifade ederken önyargı çıtasının üzerinden atlayamıyor , 3. şahısların hakkımızdaki fikirlerinin yanlışlığına üzülerek şahit oluyoruz. Söylemek istediğiniz şeyin karşı tarafta 180 derece farklı bir şekilde anlaşıldığını görünce yaşadığım üzüntü ve korkunun tarifini yapmam çok zor. Haksızlıkların ,yaşanan dargınlıklar ve tartışmaların , sebepleri yanlış anlaşılma olduğu zaman insandaki yıkıcı etkilerin kat kat daha fazla oluyor maalesef.
Çok çok uzun yıllar önce , ilkokul sıralarında yaramaz bir velet olduğum zamanlar. Öğretmenimiz kitaptan bir okuma parçasını rastgele birilerini okutturuyor. Bu okuyanlardan bir tanesi öyle komik okuyor ki biz hocaya çaktırmadan gülüyoruz. Ama gülmekten yıkılıyoruz. Ondan sonra sıra bir başkasına geliyor ama biz hala gülmenin etkisindeyiz ve devam ediyoruz kıkırdamaya. O an okumakta olan arkadaş kelimeleri kesik kesik okuyor çünkü yeni gözlük almış ve henüz alışamamış. Okumanın bir yerinde duruyor ve "Neden gülüyorsunuz. Sizin başınıza gelse iyimi olur ?" diyor. Orda resmen betim benzim atıyor, afallıyor hatta aptallaşıyorum. "Hayır sana gülmüyorduk, senden önce Osman okuyordu ona gülüyorduk "diyoruz olmuyor. Öğretmen bile davranışımıza kızıyor daha da batıyoruz. "Öğretmenim ona gülmüyoruz. Osman , ağaya aga diyordu ona gülüyorduk" diyoruz ama sanki sözlerimiz havada kalıyor , söylenmemiş gibi varsayılıyor. Kızın ise gözyaşları ise gözlüğünün kenarlarından aşağı süzülüyor. Yıkılıyoruz. Sonrasında da ne dediysek olmadı. Ve yanlış anlaşıldığımız şekilde, istemeden birinin kalbini kırmış bir şekilde kaldık. Ne zaman geriye , ilkokul sıralarında olduğum zamanlara doğru bir gezinti yapsam o gözü yaşlı çocuğu görüyorum. Gözü yaşlı ve kızgın. Bakışları bana doğru..
1 sene önce bir iş seyahatine çıkmam gerekti. Yalnız seyahate çıkarken taşınabilir bilgisayar bulamadım ve mecburen desktop makinamı götürmek zorunda kaldım. Evet bildiğin dana gibi bilgisayar kasasını aldım yanıma. İçine koyabileceğim bir kutuda bulamadım. Sadece rahatça taşıyabileceğim bir şekle getirebildim. Uçakta elimde bilgisayar kasasıyla dikkat çekiyorum ama daha garip eşyaların uçağa getirildiğini tahmin ederek hosteslerin bakışlarını fazla önemsemiyorum. Valizleri koyduğumuz yere koyuyorum kasayı ve yola çıkıyoruz. Gideceğimiz yere varınca ben valiz kapağını açıp cihazı almak için hamle yapıyorum. Henüz sabah mahmurluğunun etkisinden kurtulamamış bir halde makinayı üst taraftan dikkatlice indirme gayretindeyim. Ama ne olduysa oluyor , makina elimde kayıyor ve önümde ayakta duran ihtiyar amcanın alnına çarpıyor. Bende ne bi mahmurluk kalıyor ne bir uyuşukluk. O an yerin dibine geçmek istiyorum, yokolmak istiyorum ama nafile. Hemen amcadan yüzlerce defa özür diliyorum. İstemeden oldu diyorum. Amcadan herhangi bir cevap yok. Alnına bakıyorum ve ufak bir çizik görerek rahatlıyorum. Fakat amcaya sorduğum herhangi bir sorunun cevabını alamıyorum , ağzını bıçak açmıyor. Yüzünde ezilmiş ve üzgün ifade beni bitiriyor. Bakışları yere doğru, sanki aşağılanmış birinin yüzüyle bakıyor. Sanki gururu kırılmış, sanki sülalesine küfür edilmiş, sanki tokat yemiş birinin tavrı var üstünde. Amcanın o halini görünce daha da yıkılıyorum. O ezik halini gördükçe ben daha da eziliyorum. O makinaya lanet ediyorum, onu yanımda getirmeme sebep olanlara lanet ediyorum, kendime lanet ediyorum. Tek bir laf etse belki rahatlıyacağım ama tek bir ses çıkmıyor amcadan, hatta makina kafasına çarptığında bile acı ifade eden bir ses gelmemişti. Sonrasında da değişmiyor. Ben tüm bu çöküntüyle başka bir şey söyleyemiyorum. O gariban amcanın arkasından bakmaktan başka bir şey yapamıyorum.
Bazen arkama dönüp baktığımda, öyle yada böyle kırdığım, üzdüğüm birilerini hatırlıyorum. Düzeltemediğim olaylar bir şekilde peşimi bırakmıyor, bilinçaltımın mahzenlerinden hüzünlü hıçkırıklar duyuyorum. Oraya inip baktığımda yüzleri bana dönük bir çok kişi görüyorum. Yüzleri bana dönük kimi hüzünlü bakıyor kimi kızgın. Ben ise başımı önüme eğiyorum, birşey yapamamanın yada yapamamış olmanın çaresizliğiyle..
Çok çok uzun yıllar önce , ilkokul sıralarında yaramaz bir velet olduğum zamanlar. Öğretmenimiz kitaptan bir okuma parçasını rastgele birilerini okutturuyor. Bu okuyanlardan bir tanesi öyle komik okuyor ki biz hocaya çaktırmadan gülüyoruz. Ama gülmekten yıkılıyoruz. Ondan sonra sıra bir başkasına geliyor ama biz hala gülmenin etkisindeyiz ve devam ediyoruz kıkırdamaya. O an okumakta olan arkadaş kelimeleri kesik kesik okuyor çünkü yeni gözlük almış ve henüz alışamamış. Okumanın bir yerinde duruyor ve "Neden gülüyorsunuz. Sizin başınıza gelse iyimi olur ?" diyor. Orda resmen betim benzim atıyor, afallıyor hatta aptallaşıyorum. "Hayır sana gülmüyorduk, senden önce Osman okuyordu ona gülüyorduk "diyoruz olmuyor. Öğretmen bile davranışımıza kızıyor daha da batıyoruz. "Öğretmenim ona gülmüyoruz. Osman , ağaya aga diyordu ona gülüyorduk" diyoruz ama sanki sözlerimiz havada kalıyor , söylenmemiş gibi varsayılıyor. Kızın ise gözyaşları ise gözlüğünün kenarlarından aşağı süzülüyor. Yıkılıyoruz. Sonrasında da ne dediysek olmadı. Ve yanlış anlaşıldığımız şekilde, istemeden birinin kalbini kırmış bir şekilde kaldık. Ne zaman geriye , ilkokul sıralarında olduğum zamanlara doğru bir gezinti yapsam o gözü yaşlı çocuğu görüyorum. Gözü yaşlı ve kızgın. Bakışları bana doğru..
1 sene önce bir iş seyahatine çıkmam gerekti. Yalnız seyahate çıkarken taşınabilir bilgisayar bulamadım ve mecburen desktop makinamı götürmek zorunda kaldım. Evet bildiğin dana gibi bilgisayar kasasını aldım yanıma. İçine koyabileceğim bir kutuda bulamadım. Sadece rahatça taşıyabileceğim bir şekle getirebildim. Uçakta elimde bilgisayar kasasıyla dikkat çekiyorum ama daha garip eşyaların uçağa getirildiğini tahmin ederek hosteslerin bakışlarını fazla önemsemiyorum. Valizleri koyduğumuz yere koyuyorum kasayı ve yola çıkıyoruz. Gideceğimiz yere varınca ben valiz kapağını açıp cihazı almak için hamle yapıyorum. Henüz sabah mahmurluğunun etkisinden kurtulamamış bir halde makinayı üst taraftan dikkatlice indirme gayretindeyim. Ama ne olduysa oluyor , makina elimde kayıyor ve önümde ayakta duran ihtiyar amcanın alnına çarpıyor. Bende ne bi mahmurluk kalıyor ne bir uyuşukluk. O an yerin dibine geçmek istiyorum, yokolmak istiyorum ama nafile. Hemen amcadan yüzlerce defa özür diliyorum. İstemeden oldu diyorum. Amcadan herhangi bir cevap yok. Alnına bakıyorum ve ufak bir çizik görerek rahatlıyorum. Fakat amcaya sorduğum herhangi bir sorunun cevabını alamıyorum , ağzını bıçak açmıyor. Yüzünde ezilmiş ve üzgün ifade beni bitiriyor. Bakışları yere doğru, sanki aşağılanmış birinin yüzüyle bakıyor. Sanki gururu kırılmış, sanki sülalesine küfür edilmiş, sanki tokat yemiş birinin tavrı var üstünde. Amcanın o halini görünce daha da yıkılıyorum. O ezik halini gördükçe ben daha da eziliyorum. O makinaya lanet ediyorum, onu yanımda getirmeme sebep olanlara lanet ediyorum, kendime lanet ediyorum. Tek bir laf etse belki rahatlıyacağım ama tek bir ses çıkmıyor amcadan, hatta makina kafasına çarptığında bile acı ifade eden bir ses gelmemişti. Sonrasında da değişmiyor. Ben tüm bu çöküntüyle başka bir şey söyleyemiyorum. O gariban amcanın arkasından bakmaktan başka bir şey yapamıyorum.
Bazen arkama dönüp baktığımda, öyle yada böyle kırdığım, üzdüğüm birilerini hatırlıyorum. Düzeltemediğim olaylar bir şekilde peşimi bırakmıyor, bilinçaltımın mahzenlerinden hüzünlü hıçkırıklar duyuyorum. Oraya inip baktığımda yüzleri bana dönük bir çok kişi görüyorum. Yüzleri bana dönük kimi hüzünlü bakıyor kimi kızgın. Ben ise başımı önüme eğiyorum, birşey yapamamanın yada yapamamış olmanın çaresizliğiyle..
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)