27 Ağustos 2006

HKM



Yıllar yılı başarılı bir çalışmanın sonucu olarak genç kız hayalini kurduğu işe girebilmişti. Yeni işyerinin merdivenlerinin ilk basamağına adım atar atmaz bir heyecan kapladı içini. Etrafı gezdiren bölüm şefi, çalışanlardan ve görevlerinden sözediyor, cihazların işlevlerinden bahsediyordu.


- Bu makina kötü niyetli auraları tarıyor. Ve suça meyilli kişileri tespit ve takip etmekte kullanıyoruz. Bu ise insanların yaydığı beyin dalgalarını inceleyerek hayallerini sistemimize aktarıyor. Sen bu kısımda göreve başlayacaksın. Şehrin merkezine yakın olan B3 bölgesindeki tarayıcı kayıtlarını inceleyeceksin. İnsan yoğunluğunun fazla olduğu bir bölge. Başlangıç için biraz zor bir görev ama senin yeteneklerine güveniyorum. Üstesinden geleceğinden eminim.

Şefi konuşmasının sonuna sıcak bir gülümseme ekleyerek genç kızı işiyle başbaşa bıraktı. Genç bayan masasının başında geçti ve şöyle bir arkasına yaslandı. Derinliklerden inci çıkartacak dalgıcın derin bir nefes alması gibi nefes aldı. Çalışmaya koyuldu ardından. Cihazının ekranından insanların beyinlerine girdi. Hayallerinin arasında gezintiye koyuldu. Bu işe girmek istemesinin asıl sebebide buydu zaten. Hayaller. Sadece kendininki değil, başkalarının hayalleri de onu heyecanlandırıyordu. Farklı zihinlerin kurduğu hayaller nasıldı ? neleri düşlüyorlardı ? Ne kadar çılgın ne kadar marjinaldiler ? Tüm bunlar onun için büyük bir merak konusu idi. Cihaz karşısına teker teker döktü yabancı zihinlerin mahrem mahsüllerini. Bir onu inceledi , bir bunu. Anlamaya çalışıyordu aynı zamanda. Kimi hayalindeki kızın yanında çok mutlu bir şekilde kendini görüyor, bir diğeriyse ünlü bir sanatçıyla şu an anlatılamıycak bir durumda gününü gün ediyor, ötekiyse benzinle çalışan eski model spor bir aracın içinde hız sınırını aşıyordu. Başlangıç için çok farklı gelmişti ona bu gezinti. Sonraları ise giderek sıkıcı olmaya başladı bu tarama işlemi. İnsanlar birbirinin aynı hayalleri kuruyordu. Hayal şablonları üzerinde değişen sadece insan silüetleriydi. Görevi , toplum güvenliği ve düzenine zarar verebilecek her türlü içeriğe sahip hayali tespit etmek ve bu kişileri gözaltına alarak daha derin inceleme yapmaktı fakat 1 aylık çalışma sürecinde bırak zararlı içeriği, heyecan verici bir içeriğe bile rastlayamamıştı.

Zaman geçtikçe işine alışmış ve rutin bir hale gelen görevinden aldığı heyecan ilk günlerine nazaran çok çok azalmıştı azimli,çalışkan ,idelist aynı zamanda uzun ve kumral saçlara sahip güzel yüzlü genç kızın. Tarama işlemi sırasında ilginç bulduğu bir şey gördü. 11-12 yaşlarında bir kız ve erkek çocuğu elele tutuşmuş bir şekilde yürüyorlar, sonra koşmaya başlıyorlar , koşu yarışa dönüşüyor , etrafında yabani zeytin ağaçlarının bulunduğu taşlık bir yoldan kumsala çıkıyorlar , oğlan çocuğunun önde koşuyu önde bitirmesiyle yarış kumların içinde sona eriyordu. Sürekli gülümseyen 2 şirin çocuk yüzü genç kızıda gülümsetti. Bir an duraksadı. Hayalin içerisindeki yol tanıdık geldi ve ona bir zamanlar o yoldan aynı sevinçle kendi de geçmiş gibi hissettirdi. Küçük kızıda gözü biyerden ısırıyordu. Çalışma ekranının 16 da biri büyüklüğündeki görüntüyü zoom yaptı ve ardından donakaldı.

O hayal içerisindeki minik kız çocuğu kendisiydi !

Bir insanı tanımanın en iyi yolu o kişinin hayallerini öğrenmektir. Kişiye ve hayat görüşüne dair, kişiliğine dair çok önemli bilgileri açık eder hayaller. Suyun üzerindeki yansımasıdır yada önüne düşen uzun ve garip gölgesidir kişinin. Kimi zaman bir palyaço rengarenk cümbüşüyle karşısına çıkar ve ağzı kulaklarındadır kimi zamanda yeni uyanmış ve henüz yıkanmamış mahmur bir surat yalınlığında. Dokunmayı bildiğinde sana tüm gizemini bahşeder , senin olur. İşte bu yüzdendir ki genç kız , o adamı bir şekilde yakından incelemeye almak istiyordu, daha detaylı inceleme yapabilmek için. Bunun için bir geçerli sebebe ve gerekli izinlere ihtiyacı vardı. Zararlı olabileceğinden şüphelendiği bir içerikten ötürü kişiyi kurumda incelemek için gerekli izni çıkarttı.

Bitmek bilmeyen karanlık bir tünel gibi gece de bir türlü bitmiyordu. Ertesi gün o kişinin detaylı taramasını yapacaktı ama kendi içindi bu sonuçta. Asıl inceleme sebebinin farklı olması, görevinin yetkilerini kendi özel meselesi için kullanması ve hiç suçu olmayan birini hakkında "zararlı içerik şüphesi" nedeniyle kuruma getirtmesi , üstleri tarafından hiç de hoş karşılanmayacak da olsa, O tüm sonuçları göze alarak bunu yapmaya karar vermişti. Sabahın gelmekte gecikmesi onu beklemekten alıkoydu ve uyku diyarındaki gezintisine bu gecelik biraz geç başladı. Sabahı uyuyarak bekleyecekti düşünceli genç kız.

Part 1 End.

21 Temmuz 2006

Yazmayalı bayağı zaman oldu. Ama bu da zaten bir yazı değil. Uzun zamandır yazı yazmak için klavyenin başına geçtiğimde, dijital ve boş sayfaya boş boş bakıyorum. Zihnim kuş uçmaz kervan geçmez bir yer haline dönüşüyor. Yazamıyorum.. Belki bir tatil iyi gelir bana. Kafamı zararlı bitkiler misali saran fikirlerden kurtulmak için bu tatile ihtiyacım var. Güneşli ve sıcak bir iklim, deniz kenarı ve denizin kendisi. Benim için yeterli bu kadarı. Bir süreliğine gidiyorum. Belki yeni fikirlerle dönerim. Yeni gerçekler keşfederim. Belki de bir hatıra olarak kalır herşey ve su üstüne yazılan yazı gibi kaybolur. Herkese iyi tatiller. Ben tatildeyim. Görüşmek üzere..

04 Temmuz 2006

Vicdan muhasebesi

Geçmişte birine yaptığınız bir davranıştan ötürü yıllar yılı vicdan azabı çektiğiniz oldu mu hiç? Vicdan sahibi kişilerin yaşayacabileceği bir histir bu. Gerçi vicdan sahibi birinin bu durumda olmaması yani kendine bu hissi yaşatacak bir harekette bulunmaması gerekli diye düşünebiliriz. Ancak her zaman olaylar kişilerin kontrolünde olamıyor, istemediğimiz sonuçlar ortaya çıkıyor ve düşüncelerimiz yanlış anlaşılıyor. Yanlış anlamanın pençesinden kurtulamıyor, kendimizi ifade ederken önyargı çıtasının üzerinden atlayamıyor , 3. şahısların hakkımızdaki fikirlerinin yanlışlığına üzülerek şahit oluyoruz. Söylemek istediğiniz şeyin karşı tarafta 180 derece farklı bir şekilde anlaşıldığını görünce yaşadığım üzüntü ve korkunun tarifini yapmam çok zor. Haksızlıkların ,yaşanan dargınlıklar ve tartışmaların , sebepleri yanlış anlaşılma olduğu zaman insandaki yıkıcı etkilerin kat kat daha fazla oluyor maalesef.


Çok çok uzun yıllar önce , ilkokul sıralarında yaramaz bir velet olduğum zamanlar. Öğretmenimiz kitaptan bir okuma parçasını rastgele birilerini okutturuyor. Bu okuyanlardan bir tanesi öyle komik okuyor ki biz hocaya çaktırmadan gülüyoruz. Ama gülmekten yıkılıyoruz. Ondan sonra sıra bir başkasına geliyor ama biz hala gülmenin etkisindeyiz ve devam ediyoruz kıkırdamaya. O an okumakta olan arkadaş kelimeleri kesik kesik okuyor çünkü yeni gözlük almış ve henüz alışamamış. Okumanın bir yerinde duruyor ve "Neden gülüyorsunuz. Sizin başınıza gelse iyimi olur ?" diyor. Orda resmen betim benzim atıyor, afallıyor hatta aptallaşıyorum. "Hayır sana gülmüyorduk, senden önce Osman okuyordu ona gülüyorduk "diyoruz olmuyor. Öğretmen bile davranışımıza kızıyor daha da batıyoruz. "Öğretmenim ona gülmüyoruz. Osman , ağaya aga diyordu ona gülüyorduk" diyoruz ama sanki sözlerimiz havada kalıyor , söylenmemiş gibi varsayılıyor. Kızın ise gözyaşları ise gözlüğünün kenarlarından aşağı süzülüyor. Yıkılıyoruz. Sonrasında da ne dediysek olmadı. Ve yanlış anlaşıldığımız şekilde, istemeden birinin kalbini kırmış bir şekilde kaldık. Ne zaman geriye , ilkokul sıralarında olduğum zamanlara doğru bir gezinti yapsam o gözü yaşlı çocuğu görüyorum. Gözü yaşlı ve kızgın. Bakışları bana doğru..


1 sene önce bir iş seyahatine çıkmam gerekti. Yalnız seyahate çıkarken taşınabilir bilgisayar bulamadım ve mecburen desktop makinamı götürmek zorunda kaldım. Evet bildiğin dana gibi bilgisayar kasasını aldım yanıma. İçine koyabileceğim bir kutuda bulamadım. Sadece rahatça taşıyabileceğim bir şekle getirebildim. Uçakta elimde bilgisayar kasasıyla dikkat çekiyorum ama daha garip eşyaların uçağa getirildiğini tahmin ederek hosteslerin bakışlarını fazla önemsemiyorum. Valizleri koyduğumuz yere koyuyorum kasayı ve yola çıkıyoruz. Gideceğimiz yere varınca ben valiz kapağını açıp cihazı almak için hamle yapıyorum. Henüz sabah mahmurluğunun etkisinden kurtulamamış bir halde makinayı üst taraftan dikkatlice indirme gayretindeyim. Ama ne olduysa oluyor , makina elimde kayıyor ve önümde ayakta duran ihtiyar amcanın alnına çarpıyor. Bende ne bi mahmurluk kalıyor ne bir uyuşukluk. O an yerin dibine geçmek istiyorum, yokolmak istiyorum ama nafile. Hemen amcadan yüzlerce defa özür diliyorum. İstemeden oldu diyorum. Amcadan herhangi bir cevap yok. Alnına bakıyorum ve ufak bir çizik görerek rahatlıyorum. Fakat amcaya sorduğum herhangi bir sorunun cevabını alamıyorum , ağzını bıçak açmıyor. Yüzünde ezilmiş ve üzgün ifade beni bitiriyor. Bakışları yere doğru, sanki aşağılanmış birinin yüzüyle bakıyor. Sanki gururu kırılmış, sanki sülalesine küfür edilmiş, sanki tokat yemiş birinin tavrı var üstünde. Amcanın o halini görünce daha da yıkılıyorum. O ezik halini gördükçe ben daha da eziliyorum. O makinaya lanet ediyorum, onu yanımda getirmeme sebep olanlara lanet ediyorum, kendime lanet ediyorum. Tek bir laf etse belki rahatlıyacağım ama tek bir ses çıkmıyor amcadan, hatta makina kafasına çarptığında bile acı ifade eden bir ses gelmemişti. Sonrasında da değişmiyor. Ben tüm bu çöküntüyle başka bir şey söyleyemiyorum. O gariban amcanın arkasından bakmaktan başka bir şey yapamıyorum.

Bazen arkama dönüp baktığımda, öyle yada böyle kırdığım, üzdüğüm birilerini hatırlıyorum. Düzeltemediğim olaylar bir şekilde peşimi bırakmıyor, bilinçaltımın mahzenlerinden hüzünlü hıçkırıklar duyuyorum. Oraya inip baktığımda yüzleri bana dönük bir çok kişi görüyorum. Yüzleri bana dönük kimi hüzünlü bakıyor kimi kızgın. Ben ise başımı önüme eğiyorum, birşey yapamamanın yada yapamamış olmanın çaresizliğiyle..

22 Haziran 2006

Aşk Sonrası Serenadı

Bana bakıp bakıp acıma, yanılıyorsun
Gayri senin bildiğin adam değilim.
Islanıyorsam bulvarlarda bir başıma
Bu benim kendi itliğim..

Zaten istesen de sevemezsin beni
Senden sonra anlamını da yitirdi gözlerim.
Şimdi dünya güzeli gelse yanıma usulca
Tutup «Aşk» dese «Hoşt» derim..
Ama beni seviyordun diyeceksin, olabilir
Mesela ben baklavayı da severdim.
Bakardım -züğürtlük bu ya- kısmet olmazdı
Ondan geçer, salyalarımı yerdim..
Geçenlerde n'oldu biliyor musun şey;
Hani palmiyeler vardı, yaslanıp seni beklediğim
Hani diplerinde yemin bile etmiştik
Sadakatımız üstüne
Sıkışmışım -insan hali- diplerine işedim..
Bizim Tekçi Rifat' a verdim mektuplarını
Takas yollu dört tek şarabını içtim.
Bir karım vardır -tanımazsın- Topal Zeyno
Aynı gece onunla dalgamı geçtim..
Resimlerinin de hesabı görüldü o gün
Şaraba kül atacaktım, cıgaram yoktu.
Derken onlar geldi aklıma, bir güzel yaktım
Yanarken bile gözlerin gülüyordu..
Yoo, «Vicdan azabı çekiyorum» deme
Değmez buna onların hiçbiri.
Sen şimdi geleceğe bak boylu-boyunca
Çıkar aklından o eski çapraz günleri..
Sana beddua ettiğimi de nerden çıkardın
Duam geçmez ki benim, bedduam geçsin.
Hem sana yüzük alacak param mı vardı.
Tabii başkasını seveceksin..
Aşk maşk aslı yok, görüyorsun ya
İyisi mi hadi dön doğru geldiğin yere.
Kocana sım-sıkı sarıl, gerisini boşver
Aklın ermez senin böyle işlere..

Bana bakıp bakıp acıma, yanılıyorsun
Gayri senin bildiğin adam değilim.
Islanıyorsam bulvarlarda bir başıma
Bu benim kendi itliğim..

Erdoğan Çokduru

08 Haziran 2006

Rüyalarını Kaybeden Adam



Her zamanki sıradan karanlığın içinde el yordamıyla yatağını buldu , sıradan ve azap verici yumuşaklığın kollarına kendini saldı. Günün en sevmediği zamanında, bilerek ve mecburiyetten yorgun vücudunu yatağa teslim etti. Ayak direye direye, sürüklenircesine geldi o kumaş, pamuk ve demir kargaşasına. Gecelik mezarının kumaştan toprağını üstüne çekti. Gözlerini kapatmak istemiyordu. O dipsiz ve derin karanlığın içine bari bu gece düşmek istemiyordu. Ama çabası yetersiz kaldı. Gözleri anlayamadığı ve kaynağı belirsiz bir gücün etkisinde ağır ağır kapandı. Karşı koyamayacağını bilerek, çaresizliğini bilerek akışın içerisine saldı bilincini ve kayboldu karanlıkta.


Işıksız, havasız, kapalı ve çıkışsız bir karanlığın içinde zaman kavramında bağımsız bir oraya bir buraya dolandı durdu. Ne bir çıkış bulabildi ne bir ışık hüzmesi gözünü aldı. Karanlıktan kaçtıkça üzerine geldi gölgeler. Yaşadığı azap giderek yaşam sevincini tüketiyordu. Tüm bunlara son vermek istercesine, tüm hücrelerinde hissettiği çaresizlik ve acıyı durmak istercesine, biri yardım eder sesini duyar ümidiyle haykırmaya çalıştı. Sesi boğazında tıkandı, kafasının içindeki boşlukta yankılandı. Tüm çabaları çaresiz kaldı, kendi ümitsizliğinin gerçekliği içinde korkularının çığlığında sağır olmak üzereyken uykudan uyandı.

Bu rüya görmeden , karanlık içinde geçirdiği kaçıncı gündü onu bile hatırlamıyordu. Belki haftalar , aylar hatta yıllar bile geçmiş olabilirdi. Karanlıkta geçirdiği her saniye zaman mefhumunu yitirmesini sağlamıştı."Ne kadar sürecek bu karanlık.Allahım neden rüya göremiyorum? Ne oldu onlara?" En çok başvurduğu soru cümlesi iken , en cevapsız sorularıydı aynı zamanda. Sokağa çıktı. Yolda yürürken gözleri bir perdenin arkasından bakar gibiydi. Umarsızca etrafı görmeye anlamaya çalışan birinin çabası belli ediyordu kendini. Yanından geçtiği mutlu çiftin ışıltısı gözünde yansımadı. Pembe yanaklı, güzel kızın samimi gülümsemesini göremedi. Sevdiği adama olan sevgisi ona ulaşamadı. Elindeki pamuk helvasını kimseye aldırmadan yiyen çocuğun sevincini hissedemedi. Yaşadığı mutluluk ona gelemedi, etrafındaki görünmez duvardan geçemedi. Hayata dair tüm güzel duyguları engelleyen duvarının içinde, oyuna alınmayan bir çocuk hüznü içinde etrafına baktı. "Beni de alın" demek istedi. Diyemedi.

Evindeydi ve onu bekleyen tek cisme doğru yaklaştı. Cenaze merasimindeymiş gibi bir duyarlılıkla ve ciddiyetle, karanlığa giriş kapısı olan yatağına uzandı. İçinde tekrar filizlenmesini istediğini duyguların hayaliyle tavanı seyretti. Bir daha göremeyecekmiş gibi bir düşünceyle vücudu yanmaya başladı. Uzaklaşan trendeki sevdiğine el sallar gibi baktı ve bir damla yaş gözünden yastığına kadar süzüldü. Damla yastığa ulaşmadan, kaynağı belli olmayan güce teslim oldu gözleri. Açılmamacasına gözyaşıyla mühürlendi hayata açılan umut kapıları.

Bilindik bir acıyla karşıladı karanlık onu. Sonsuzluğu içerisinde tekrar hapsetti. En sefil duyguları gönderdi ona , elindeki en iyi askerlerle saldırdı tekrar ve tekrar. Yeniden o azap duygusunu olabildiğine gerçek, olabildiğine ağır , olabildiğine acı bir şekilde bir şekilde hissetti bedeninin her santimetrekaresinde. Kurtulmak istedi. Şimdiye kadar istemediği kadar istedi. Tüm sesler kısılmaya başladı yavaştan. Bedenini bir serinlik kaplıyordu, akşam yeline karşı balkonda otururken hissettiği bir serinlikti. Hatırlıyordu artık. Ruhunu ferahlatan güzel duygular bir heyecanla aklına doluyordu. Çukulatasını yiyen bir çocuğun sevincini hatırladı önce. Yüzünde çoşkulu gülümsemeyi hatırladı. Sonra sevgilinin yüzündeki aşkı hatırladı. Parıltısı gözlerinde ışıldadı ve sevgiyi yüreğinin derinliklerinde hissetti. Sevgiyi hatırladı, mutluluğu hatırladı, aşkı hatırladı, umudu hatırladı. Karanlığın etkisi giderek azaldı ve kara bir çarşaf yırtılırcasına dağılıverdi gözlerinin önünde. Bedeni artan bir ferahlamanın etkisiyle bir tüy gibi hafifledi. Işık giderek daha fazla gözlerini alıyordu. Giderek hafifliyor ve ferahlıyordu düşlerini yeniden elde etmenin coşkusuyla. Daha önce görmediği kadar zengin , içini ısıtan, sevinç taşan rüyalar gördü. Birer birer geçti önünden rüyaları, onu selamlayarak, onca zamanın acısını çıkartarak. Işığın parıltısı arttı, bedeni hafifledi, ruhu serbest kaldı. Işık hertarafı aldı en sonunda..

Sabah soğuk bir yatakta , gülümseyişini , kaybettiği çok kıymetli birşeyi bulan birinin mutluğuyla, yüzünde tutan bir adam buldular. Gözleri kapalı ve bir daha açılmayacak bir adam. Mutlu bir adam. Rüya gören bir adam...

29 Mayıs 2006

Emniyet kemeri



Blog arkadaşlarımdan burcyni nin yeni blogunun konsepti bana bu yazıyı yazma ilhamını verdi. Kendisi ikinci bir blogda farklı bir konseptte yazılar yazmaya başladı. 2. blog açıp takip edecek vakte sahip olmadığımdan, arada sırada yazı olarak sunacağım kendime dair karanlık tarafları, garip/korkutucu/absürd fikirlerimi.hangisi olduğuna siz karar verin...

Figth club filmini seyretmiş olanlar bilirler.Tyler ı düşleyen adamın uçaktaki fikirlerini. Benimki de ona benziyor. Birgün arabayla biryere giderken aklıma bir düşünce geldi. Şu karşıdan gelen araçla çarpışsak ne olur? Hızımıza ve çarpışma açımıza ve araca göre nasıl bir duruma geleceğimizi düşünmeye başladım. Nasıl bir şekilde yaralanırdık yada ölürmüydük? Sonra çarpışma anında patlayan camları, aracın içinde bir oraya bir buraya uçuşumuzu kafamda canlandırdım. Sonra aracın parçalarının vücudumuza saplanışını ve o anda verebileceği acıyı düşündüm. Bunu yaparkende son derece sakindim. Başlı başına bir kaza simülasyonunu yapmıştım kafamda ve bu canlandırma içindeki kişi ben ve o an arabadaki kişi yada kişilerdi. Benzer bir senaryoyu uçak içersindeykende yazdım. Uçak kalkarken o sırada bir mekanik arıza oluşuyordu ve kalkmak üzereyken tekrar yere düşüyordu uçak ve sürükleniyordu. İkiye ayrıldıktan herşey darmadağın oluyordu. Yada uçarken bir hava boşluğuna giriyorduk. Önce titremeye sonra ise sallanmaya başlıyor ve giderek irtifa kaybetmeye başlıyorduk. Ardından panik ve çığlıkların içinde son derece sakin kendimi görüyordum. Arabada iken kurtulma şansım varken uçakta ise böyle bir şans düşüktü. Gene bir araba yolculuğu sırasında yukarda bahsettiğim gibi bir kazayı tecrübe etmek istediğimi farkettim. Kafamdan "şurdan yuvarlansak." şeklinde başlayan bir cümle geçti. Kaza yapmayı istemek gibi sağlıklı olmayan bir düşüncenin zihnime nasıl yerleştiğini anlayamıştım. Aslında ölmek istemiyordum ama bu fikre sıcak bakıyor olmaktanda kendimi alamıyordum. İlk tepkim ise emniyet kemerini takmak olmuştu.

Arkadaşlarla geçirilmiş çok keyifli bir akşamın ilerleyen saatlerinde eve dönüş yolculuğu için arabaya birer birer doluştuk. Damarlarımdaki alkol, beyin hücrelerimide ziyaret ederek mantıklı ve düzgün cümle kurma yetimi etkilemiş, aynı zamanda birinin yardımı olmadan yürümemi de zorlaştırmış durumda idi. O geceki hareketlerim sonucu oluşan yoğun utanç duygusu ayılmamı beklemeden o zilzurna bünyemi kaplamıştı. Aracı yeni tanıştığım bir arkadaş sürmekte idi. Önce keskin dönüşler, çabuk hızlanmalar ve makaslar benim gibi adrenalini seven ve agresif bir sürüş stiline sahip biri için keyif vericiydi, keyif vericilerin etkisinde olan biri için bile keyifliydi. Lakin sonradan biraz değişiklik oldu. Bu sürüş stili benimkinde de agresif ve tehlikeliydi. Giderek tehlikeli olmaya başlayan hareketler zinciri virajı hızlı alma ve duran araçları sıyırırcasına geçme şekline döndü. Önceki keyifli durum gitti yerine "aha şimdi koyduk öndekine","lan lan şimdi girdik duvara","bu hızla bu viraj alınmaz şindi daldık biyerlere" şeklinde yusuflu nidalar geldi. Yolculukta yanımda kardeşimin olmasıda korkutucu hale geldi belkide. Ama babamın acemi olduğu zamanlarda bize yaşatmış olduğu deneyimden beri böyle korkmamıştım. Babamın araba sürmekten uzak stili bize yol boyunca bildiğimiz tüm duaları okutmuş, unuttuklarımızı ise hatırlatmaya zorlamıştı. Bunda ise içkili olduğum için dua fikride pek akla yatkın değildi. Korkunun yanında arka tarafta patates çuvalı gibi bir o yana bir bu yana savrulmakta cabasıydı. Eve vardığımda, ayaklarım yere değdiğindeki rahatlık anlatılamazdı. Hatta ayılmıştım bile denebilir. Unutulmazdı.

İlk fikrime ve bu yaşadığım yolculuğa dönersek, aslında ilk fikrimin tamamen kolpa olduğunu anladım. O gece anlamadım tabi. Çünkü pek düşüncek durumda değildim. Ama gerçekte böyle bir durumda kaldığımda yani kaza ihtimaline çok yaklaştımda içgüdüsel olarak kardeşim ve benim için korktum. Her duvarı sıyırışımızda aklıma gelen şey ölmemekti. Kardeşim ve benim araçtan sağ çıkmasıydı. İlk başta düşündüğü o saçma fikir değildi. Kaza istemiyordum. Yaşamak istiyordum. Yaşadıklarım ve hissettiklerim sonucu gerçek fikirler inkar edilemez bir şekilde
karşıma çıktı. Garip fikirlerimin tamamen aptalca zihinsel bir oyun olduğunu ortaya koydu. Öyleyse neden başta böyle aptalca,korkunç bir şeyi kafamda canlandırmıştım. Bu çok ilginç bir durumdu. Daha ilginci ise bu karanlık düşüncenin sebebini yazıyı yazmaya başladığımda bulmamdı. Kendimi garipsemeye başlamışken, bilincimi altında yatan gerçek dürtü belliydi aslında. Yaşamak. En azından zihnimde dönen onca gariplikten birinin gerçek olmadığını anladım. Normale biraz daha yaklaşmanın sevinciyle uykuya daldım:)

23 Mayıs 2006

Gerçeğin Peşinde



Blog b
aşlığımla aynı başlığa sahip bir yazıyla geri dönmek istedim. Bloga bu başlığı verirkende biraz düşünmüştüm, kendimle ilgili birşey olmalı, benden birşey olmalı diye. O zamanlar ve halen en çok yaptığım en eylme düşünmek ve gerçeğe ulaşmak idi. O zamanlar zihnimi çok meşgul ediyordu bazı konular ve cevapları bulmak için çok fazla mesai yapıyordu beynim. Sabah kalktığımda , işe gittiğimde , çalışırken ve gece yatağa yattığımda. En ufak bir ayrıntıyı bile kaçırmadan değerlendirmek için hafızamın en derin en köşe bucak noktalarını bile didik didik ettim. Titizlikle verileri toplayarak resmi ortaya çıkarmaya çalıştım ve en nihayetinde kendimce kararlara vardım.

Yakın zamanda ise kendimce doğru olduğunu düşündüğüm bu gerçekleri yerle bir eden yeni gerçekler öğrendim. Aslında bunlara inanmak istemedim. Kendi gerçeklerimi kaybetmek istemedim. Çünkü onları ortaya çıkarmak için çok çabalamıştım,çok da acı çekmiştim. Şimdi ise öğrendim ki bu kadar acıyı, hüznü sadece aptalca bir fikirden dolayı yaşamışım. Bu konuda tepkim önce inanmamak oldu. Bunların gerçek değil yalan olduğunu ortaya çıkarmaya çalıştım ama evet gerçeklerdi. Peki beni yerle bir eden, yıkan, acıtan gerçeklerin bir anda sadece düşünülmeden söylenmiş bir yalan olduğunu öğrendiğimde ne yapmalıydım? Yaşadıklarımı yok mu saymalıydım? Çektiğim acı yerinemi gelecekti, hüznüm gidip yerine parlak bir gülümsememi gelecekti, akıttığım gözyaşlarına yerinemi dolacaktı? Hayır. Hiçbir değişiklik olmayacaktı. Ne ben nede şu ana kadar oluşturduğum düşünce öbeği değişmeyecekti. Gerçeklerim ise hala sağlamlığını korumalıydı. İlk defa gerçeği görsemde kabul etmek istemedim. Görmezden geldim. Doğruluğunu inkar etmesemde olmamış gibi varsaydım. Nedenmi? Eğer kabul etseydim yaşadıklarımı inkar etmiş olacaktım. İnkar edemezdim. Çünkü o an orda, o kapkaranlık dünyada, tek başına, sessizlik içinde, acıyarak, sızlayarak, yaramı tekrar ve tekrar kanatma pahasına, beynimi aşırı kullanmak pahasına, çıldırma noktasına gelmek pahasına, hayatımı bu gerçeği bulmaya adama pahasına gerçeğin peşinden gitmemin hatırına yapmamalıydım. Yapmadım...

Artık gerçeğin peşinde koşmaktan görevimden kendimi azat ediyorum. Gerçeklerimi kaybetmemek için yapıyorum bunu. Gerçeklerimin bir yalan uğruna heba olmaması için...

30 Nisan 2006

Biyere gittim gelicem

Aslında bu yazı olarak sayılmaz. Sadece bir müddet bloguma yazı yazamayacağımın haberi. Bir yazar olarak bloguma karşı sorumluluklarımın olduğunu biliyorum. Ama gel görki işime karşı daha büyük bir sorumluluğum var. İş için şehir dışında olacağım içinde blogumu biraz ihmal edeceğim. Çok yüksek bir okur kitlesine hitap eder tarzda bir artizlik yaptığımı düşünen arkadaşlar, sadece bir kişi bile okuyor olsa bile ona karşı bir sorumluluğum düşünüyorum(Böylede sorumluluk sahibiyimdir). Evet bir süre ortalıklarda yokum. Yeni stres kaynakları için şehir dışında olacağım. Biraz daha canım sıkılacak, biraz daha yaşlanacağım. Biraz daha yorulacağım, biraz daha sinirleceğim , biraz daha birini boğazlamak isteğini içimde hissedeceğim o kadar. Küçük bir iş seyahati işte:)

22 Nisan 2006

Taşınıyorum

Bu yazıyı yazdığım günün ertesi günü şu anki evimden taşınıyorum. Neredeyse 9 yıl olmuş bu eve taşınalı. İnsan hiç taştan ,çimentodan , demirden bir yapıya karşı birşeyler hissedebilir mi bilmem. Bu ev benim için önemliydi onu biliyorum. Hayatımın en kayda değer yılları bu ev içinde geçti. Şu anki hayatımı, mevcut haline getiren birçok önemli olay bu evin çatısı altında oldu. Bir çok acı ,tatlı anıya direkt olarak şahitlik yaptı bu 4 duvar.
Oturduğum yerde komşuluk kurumu hala çalışır durumda. Amma velakin ben komşularını seven biri değilim. Çoğunun gereksiz insan olduğunu düşünüyorum. Bu evden ayrılmak beni üzecek ama sevindiren yönleride var.
Karşı komşumuz,Hatice, bir insanın sesi bu kadar sinir bozucu olur. Bir insan bu kadarmı çocuklarına bağırır. Arkadaş hangi mantıkla 2 yaşındaki çocuğa bağırıyorsun. Bu kadında öyle bir ses var ki, hangi frekanstan hangi desibelden yayınlıyorsa artık , sesi direk sinir sistemime etki ediyor hatta felç ediyor. Sırf bu kadının sesini duymamak için yazın sıcağında kapı, pencere ne varsa kapatıyorum , müzik açıyorum . Bu kadının çocuklarına acıyorum valla. Çok yaşamazlar bence. İşte senden kurtuluyorum Hatice. Senden ölesiye nefret ediyorum. Bırak çığlığını, normal sesini duymaya bile dayanamıyorum. Senden nefret ediyorum ulan. Siz Mevlüt ve Osman sapık ikilisi. Ulan nerden buldunuz birbirinizi. Ben birinize dayanamıyorum. 2 tane oldunuz. İkinizdende nefret ediyorum. Yüzünüzü görmeye dayanamıyorum ama hala anlamıyorsunuz işte. Sen şu an adını veremiyeceğim yobaz. Senden de nefret ediyorum ulan. Tam bir yobazsın ve çocuklarına biraz değer versen onlara böyle davranmazdın. Sendende nefret ediyorum. Allahtan kırk yılda bir yüzünü görüyorum. Sen Kemal amca, yazları oyun oynayan çocuklara gürültü ediyorlar diye öküz gibi bağırıyorsun. Ben çocukların sesinde rahatsız olmuyorum ama senin acayip yüksek desibelli böğürtünden
rahatsız oluyorum. Sesin hatice kadar sinir bozucu olmasa da sendende nefret ediyorum. Tam bir malsın senden de kurtuluyorum. Gülgün teyze ve salak oğlanları. Gülgün teyze, 3 oğlun var. Ve her doğan bir öncekinden çok daha salak olmuş. Sen ve en küçük ve en gerizekalı oğlun okan , çenenizle süleyman amcayı felç ettiniz lan. Gerizekalı okanın ne zaman bilgisayarla işi olsa bana gelmesinden bıktım. Gelmeyin bana arkadaş ben teknik servisinizmiyim? Ne kadar paragöz insanlarsınız. Sizdende acayip nefret ediyorum. Sizdende kurtuluyorum.Adını bilmediğim (ki çoğu komşumu tanımam) diğer huzur bozucu zirzoplar. Gecenin bi yarısı kavgalarınızdan bıktım ulan. Gündüz vakti kavgalarınızdan da bıkmıştım. Kim olduğunuzu bilmiyorum ama sizdende nefret ediyorum. Ulan ne kadar şerefsiz varmış mahallede. Bıktım ulan sizden. Gidiyorum artık. Hepinizden kurtuluyorum. Bi dahada uğrarsam keçiyim. Ahanda buraya yazıyorum. Arkadaş onca yıl ne çekmişim ben sizden.
Ben cehennemde yaşıyormuşum meğerse. Ne diye üzülüyorum ki anlamadım. Göbek ata ata gitmem lazım. Hatta, Anneee çabuk olun hadi bugün gidiyoz. Toplayın eşyaları bi gün daha duramıycam gidiyoz. Hadi diyom çabuk oluuunnnn....

Not : Blog yazarı çıldırdığından bi süre kullanım dışıdır.

17 Nisan 2006

Dokun

Olan oldu.Hayatın imtihanları yazımda belirttiğim, arka arkaya yaşadığım olaylar beni allak bullak etmişti.Herşey iyiye dönerken yaşadığım 2 olay beni daha fazla yıprattı. İyice karanlığa çekildim. Güneş açmaya başlamıştı halbuki. Umutla bakıyordum etrafıma. İçim kıpır kıpırdı. Bir heyecanla doluydu içim. Tekrar karabulutlar çevirdi etrafımı. O bildik tanıdık ruh haline geri büründüm. Tekrar kendimle başbaşa kaldım. Beynimin kıvrımlı yollarında gezmekten yorulmuş düşüncelerle kaldım. Anladım ki yaşayacağım daha çok şey var. Şaşıracağım çok olay var. Feleğin çemberinden geçme aşamasındayım hala. Gittikçe daralan çemberin içinde sıkışmış gibi hissediyorum. Bazen hayatın omzumuza yüklediği yüklerini taşıyamıyormuş gibi oluruz. Benim şu anki hissiyatım o yönde. İyi bir habere ihtiyacım var. En gereksinim duyduğum şey o ve hiç gelmeyecekmiş gibi.

Kalbime dokunsana
Kabuk bağlamaya yüz tutmuş yaralarında
Gezin parmaklarınla
Belki yürek acılarımı hissedersin.

Yüzüme dokunsana
Hüznün çölünde çatlamış topraklarında
Gezin parmaklarınla
Belki yakıcı hüznümü hissedersin.

Gözyaşlarıma dokunsana
Yol yapmış olduğu zehirli dere yataklarında
Gezin parmaklarınla
Belki kaynağındaki nefreti hissedersin.

Ruhuma dokunsana
Hapsolduğu korku kafesinin soğuk parmaklıklarında
Gezin o acıtan , kanatan , yakan parmaklarınla
Belki içindeki gerçek beni hissedersin.

08 Nisan 2006

Sanal Tartışmalar

Günlük yaşantımızın sıkıcı rutinlerinden biri olan, işten eve dönüş kısmı için otobüse bindim. Bundan 1 hafta kadar önceydi. Nası olduğunu anlamadığım bir şekilde kendimi bir konuda düşünürken buldum. Nerden baksan 5-6 yıl önce bir komşumuzla bir tatsız olay yaşamıştık. İki tarafta kabahatliydi bence. Ama ben ne olay sırasında ne de sonrasındaki konuşmalarda bulundum. Aslında olay tatlıya bağlandı ama can sıkıcı olaylar oldu. Kendimi o konu ile ilgili düşünür buldum. Düşünmekten çok tartışıyordum. Kafamda bir mizansen kurmuştum. Olayın muhattabları ve ben ordaydık yani zihnimin içinde. Sonra ben orda toplanmış insanlara konuşmaya başladım. Zihnimde kurguladığım o buluşmada konuşuyordum. Olayla ilgili konuşarak yanlışlığından bahsediyor, yapılmaması gerekenlerin yapıldığı fakat uygar yollarla çözümlenebileceği şeklinde konuşmalar yapıyor, mantık dahilinde kimsenin karşı çıkamayacağı cümleler kuruyordum. Arada karşıdan gelen müdahalelere ustalıkla cevap veriyordum. Sanki bir tartışma ortamı simülasyonundaydım ve başarıyla husumeti ortadan kaldırmaya çalışıyordum. Netekimde başarılı oldum. Yaptığım konuşmadan sonra kimse karşı çıkamadı ve olay tatlıya bağlandı kafamda.

Bu olay geçmişte beni rahatsız eden , kafamda sonlandıramadığım, konuşmak isteyipte konuşamadığım olayların, bilinçaltıma uygun bir anda ortaya çıkmak için atıldığını dahada iyi göstermiş oldu. İçimde kalan herşey daha sonra bir şekilde, bir zamanda yorganın altından kafasını çıkararak tekrar eski defterleri ortaya çıkarmaya zorluyor. Sanki mah
kemede sonuçlanmamış davaların tekrar görülmesi gibi. Bende zihnimde tekrar tekrar muhakeme ediyorum. Gerçi o akşam otobüste yaptığım o zihinsel tartışma , yolun nasıl geçtiğini hissettirmeden evime kadar varmamı sağladı.Ama genede hoş sayılmaz. Bu durum başıma arada bir geliyor olmasına rağmen bu seferkinde yaptığım şeyin farkına daha fazla vardım. Ve ona göre bu durumun daha fazla tekrar bulmaması için çaba göstermeye başladım. Günlük yaşantımızda sıklıkla içimize atıyoruz o an başa çıkamadığımız şeyleri. Dolduruyoruz kendimizi sürekli. İlk çaba olarak bunu yapmaktan vazgeçmeliydim. Sonra kapanmamış olayları zihnimde kurduğum senaryo dahilinde beynimin içerisindeki şahıslarla değil, konuyla ilgili şahısların kendileriyle konuşmalıydım. Bir şeyi yaptığın zamanki duyduğun pişmanlıkla, yapmadığın zaman duyduğun pişmanlığı karşılaştırırsak, ikincisinin daha büyük söyleyebilirim. Bu yüzden olayları içinize atacağınız bir yük olarak taşmaktansa o saniye çözüme ulaştırmalısınız, aklınızdan geçenleri o an söylemelisiniz derim.

Not:Ben deli değilim.

03 Nisan 2006

Tekrar Sobelendim:)

Gamzeli tarafından sobelendiğimi öğrendim.Bu sefer sorular kabus gibi.

1- En beğendiğiniz huyunuz?
-Çok dürüstüm.Bi de espriliyimdir.
2- Hiç beğenmediğiniz huyunuz ?
-Biraz çekingenim.Fazla atak biri değilim.
3- En beğendiğiniz yeriniz ?
-Gözlerim(renginden değil yapısından ötürü.yoksa bildiğin kahverengi) ve saçlarım.
4-Hiç beğenmediğiniz yeriniz ?
-Kendimi olduğum gibi kabul ettim.
5- Çantanızda mutlaka bulunması gerekenler ?
-Çanta taşımam.
6- Çantanızda asla bulunmaz ?
-5. soruya bakınız
7- Arabanızın markası ?
Arabam yok henüz:(
8- Hayalinizdeki araba ?
-Bir kaç tane.McLaren F1, BMW Z8,Ferrari (Herhangi bi model), Peugeot 206 WRC
9- En sevdiğiniz yemek ?
-Birkaç tane aslında ama saymaya gerek yok.
10- Hiç sevmediğiniz yemek ?
-Kereviz.
11- En sevdiğiniz hayvan ?
-At ve köpek (at yarışı oynamıyorum).
12- En korktuğunuz hayvan ?
-Akrep ve örümcek
13- Kullandığınız parfüm ?
Parfüm kullanmam.Deodorant kullanırım.
14- Kullandığınız cilt bakım ürünleri ?
-Bu sorular kadınlar için galiba:)
15-Hergün mutlaka yaparsınız ?
-Hergün mutlaka yüzümü yıkarım.
16- Hergün yapmayı ihmal edersiniz ?
-Birçok şey var.
17- Karanlıktan korkar mısınız?
-Hayır
18- Korkutmayı sever misiniz?
-Gelen tepkilerden ötürü pek yapmıyorum artık.
19- Giyim tarzınız ?
-Genelde spor.kırk yılda bir klasik.
20- Asla giymeyeceğiniz?
-Kapri ve bol pantolon.
21-Cep telefonunuzun markası?
-Nokia
22- Bilgisayarınızın markası ?
-Yok.Toplama bilgisayar benimki.
23- Karşı cinste hoşlandığınız tip ?
Esmer veya Sarışın,kumralda olabilir:)Biraz uzun boylu ve mavi gözlü.(Nerdeee:)
24-Karşı cinste hoşlandığınız özellikler?
-Dürüst ve rahat.Problemleri kafaya fazla takmayan şahıslar.
25- En beğendiğiniz oyuncu ?
-Birkaç tane.Marlon Brando,Johny Depp,Brad Pitt
26- Benzetildiğiniz bir oyuncu ?
-Yok ama bence Antonio Banderas' a benziyorum:)
27 -Film çevirmek istediğiniz bir ünlü ?
-Angelina Jolie
28 - Başka birşey yapmak istediğiniz bir ünlü ?
-Angelina Jolie:)
29- Tuttuğunuz Takım ?
-Galatasaray
30- Hangi dalda bir sporcu olmak isterdiniz ?
-Formula 1
31- En büyük hayaliniz ?
-Formula 1 pilotu veya piyanist olmak.
32- Gerçekleştirdiğiniz bir hayaliniz ?
-Söyleyemem.
33- Asla yapmam dediğiniz bir çılgınlık ?
-Bütün vücudumu dövmelerle kaplatmam mesela.
34-Yapabilirim dediğiniz bir çılgınlık ?
-Ufkum açık.Yazmasam daha doğru olur(Fesat düşünmeyin.Sadece sizin sınırlarınızın dışındaysa garipsersiniz diye).
35-Sobelediklerim
-Yok:)

30 Mart 2006

Hayatın imtihanları



Allah gariban kulunu sevindirmek için önce eşeğini kaybettirir, sonra buldururmuş. Açık öğretim 2. taksit ödeme süresinin uzatılması da bana böyle hissettirdi. Ben ve benim gibi sallamayı seven, hep işlerini geciktiren bir arkadaşımla aynı duruma düştük. Taksidimizi yatırmayı unuttuk ve o kati uyarıyı gözlerimiz pörtleyerek okuduk:"bu tarihten sonra kesinlikle süre uzatılmayacaktır." İkimizde geçen sene sınıfta kaldığımız için olası tekrar kalmamız ,okuldan kayıt silinmesine ve askere yolculuk anlamına geliyordu. Arkadaşım için durum altından kalkılabilir bir haldeyken, benim için felaket anlamına geliyordu. Çünkü 4. sınıfta olan ve sadece tek dersten sınava girecek olan benim için (evet sadece 1 dersten lanet sınıfta kaldım) sadece bir geç yatırma yüzünden okulu bitiremeyip askere yollanmak tarifi imkansız aptallıktı. Aklımı kaybettirecek bir vaziyetti. Onca yıllık emeği bir aptallık sonucu çöpe atacaktım. O gün bir çöküntü olarak geçti.

Ertesi gün ise sevinçten havalara uçtuk. Süre uzatıldı. Zafer çığlıkları atıldı. Bir gün önce çökmüşken ertesi sevinçliydim. Bir sevinip bir üzülmek bünyede nasıl bir etki yapıyor söyleyeyim. Sıcak çayın ardından soğuk su içmek gibi.

Pazartesi kötü bir gün olarak başladı. Can sıkıntısı ve zihni meşgul eden düşünceler içinde geçerken bu taksit bombası patladı ve bende moral namına birşey kalmadı. O gün yatağa mutsuz biri olarak yattım. Ertesi gün ise taksit ödeme süresinin uzatıldığı açıklandı. Biz coştuk, fezaya çıktık neredeyse. Aynı gün bu moralle yapmayı planladığım bir işe koyuldum. Olumlu bir sonuçla dönünce sevincim ikiye katlandı. O gün yatağa mutlu biri olarak yattım. Ertesi bir önceki gün olumlu sonuç aldığım işle ilgili kötü bir haber aldım. Sevincim kursağımda kaldı ve tekrar moral olarak çöktüm. Olayların arkası kesilmedi. Gitgide kötü oldu herşey. Tekrar mutsuz biri olarak yastığa başımı koydum.

Kısa zaman aralığında duygularda "tavan ve taban" yapmak beni allak bullak etti. Şaşkınlığa uğradım. Afalladım ve aptallaştım. Önceden belirttiğim gibi bu sıcak ve soğuk arasında gidip gelmeye benziyor. Bir ısınan bir soğuyan kayaların sonu , kuma dönüşmektir. Burda hayatın bana karşı imtihanlarında biraz sert davrandığını düşünmeye başladım. Bir sıcak bir soğuk. Dayanmanın tek yolu kaya gibi olmak. Hatta daha sağlam , sert ve dayanıklı.

24 Mart 2006

İş-güç

Şu an ki konumuma baktığımda, eskiye nazaran çok daha tutsak bir hayat sürdürdüğümü farkettim. Bu fikrimin en büyük destekçisi, bir iş sahibi olmam. Halk arasında iş-güç sahibi, eli ekmek tutan vs. gibi yüceltici sıfatlarla tanımlandırılan bu durum aslında öyle dışarıdan bakıldığı gibi değil. Çalışmaya başladığınızda önce işiniz oluveriyorsunuz. Tecrübe kazanmak için çalışma saatlerinizi fazla tutuyorsunuz ya da tutulmasına izin veriyorsunuz. Artık daha az dışarı çıkıyorsunuz yada yorgun oluyorsunuz. Planlarınızı hep işinize göre yapıyorsunuz. Tatile işinizin izin verdiği ölçüde gidebiliyorsunuz. Hayatımızda ilk sıradaki eylem halini alan işimiz bazı durumlarda kimliğimizden önce geliyor. Mesleğinizle karşılanıp onla yargılanıyorsunuz. Ciğeri beş para etmeyen adamlarla muhattab oluyorsunuz. Daha da kötüsü onlarla çalışmak zorunda kalıp , salaklıklarına katlanıyorsunuz. En kötüsü ise ciğersiz insanlara iş yapmak zorunda kalmak.Sinir sistemimizi bozup , stresin eline düşüyoruz. Hayatımızı kendi ellerimizle kısaltıyoruz.

İş yaşantıma ilk başladığım zamanlar bir telaş , bir çaba içerisindeydim. İnsanları , sektörü ve işi tanıma çabası. Yaptığım işin stresini çok yoğun bir şekilde yaşıyordum. Kabuslar görüyor, uykumda bile aklımdan çıkartamıyordum. Şimdi düşünüyorum da o zamanlar çok toymuşum. Kafamda bu konuyla ilgili gerçek ise, işin benim hayatımdan sonra geldiği. Sıkıntıların sadece bana zarar verdiği. Çalınan ömrün benimkinden olduğu. Bozulan sağlığın benim ki olduğu. Yaşanması engellenen hayatın benim ki olduğu. İlginç olan ise bunları para için yapmamız...

(Fiziksel ve ruhsal açıdan yıpratılmış bir şekilde dönmüş olduğum iş seyahatinden hemen sonra, evde hasta hasta yatarken aklıma gelen bir düşünce üzerine yazıldı.)

18 Mart 2006

İstanbul

İş gereği İstanbul'a gelmiş bulunuyorum. İstanbul'da uyandığım her sabah başka bir şehirde değilmiş gibi kalkıyorum yataktan. Yabancısı olmadığım bu şehrin sokaklarında dolaşırken her bir köşesinde bıraktığım anılarla karşılaşıyorum. Çocukluğumun en yaramaz, en masum, en aktif, en içine kapanık , en büyüleyici evrelerini geçirdiğim bu kentin sokaklarında farklı bir hissiyatla geziyorum. Çocuk gözlerimle gördüğüm, ilk defa kendimi bildiğim İstanbul'u yetişkin gözlerle bakmak daha sıkıntı verici geliyor. Gördüklerim daha farklı ve üzücü. Bu şehri zamanında terk etsekte bir türlü kopamadım. Mutlaka kendisine bir şekilde çekiyor ve etkisinde bırakıyor. Ne kadar kirlense de, gitgide yaşanması zor bir yer halini alsa da benim içimde her zaman ayrı bir yerini olacak. Hep küçükken zihnime kaydettiğim görüntülerle anacağım. Daha güzel haliyle.

14 Mart 2006

Revir Manzaraları



Bugün sıradan bir gün olarak başladı.Her zamanki gündelik telaşlar, gündelik işler..Ne olduysa öğleden sonra oldu. Önce yemek sonrası rehaveti olduğunu düşündüğüm bir ağırlık çöktü. Sonra bir baş dönmesi hasıl oldu. Ardından bir halsizlik bir yorgunluk sorma gitsin. Temiz hava yarar diye dışarı çıkmamsa pek fayda etmedi. Yüzümü yıkadım olmadı. Başım dönüyordu ve gitgide halsizleşiyordum. 5 dakika sonrasını hayal ettim. Ayağa kalkarken yere düşüyordum birden. Etraftan birileri koşturacaktı. Karga tulumba götürüceklerdi. Bir kişi kollarımdan bir kişi ayaklarımdan patates çuvalı gibi taşındığımı gördüm zihnimde. Bayılmak o anda gözüme sırf bu yüzden büyük bir felaket olarak göründü. Ne olursa olsun bayılmayacaktım. Bu düşüncelerden sonra tansiyonumun düştüğünü anladım(Pes yani). Arkadaşlarımdan revirin yerini öğrendim ve gittim.

Revirde güleryüzlü sıcak hemşire bir teyze vardı. Tansiyonumun düşmüş olabileceğini söyledim. Kontrol etti. Öğlen yemek yemedin mi diye sordu. Yoo yemiştim hemde bayağı iyi yemiştim. Hatta tatlıyı sevmeyen arkadaşımın tatlısınıda iç etmiştim. Sedyeye yatmamı istedi. O sırada bir telefon açtı: "Bir hastam var ..(burayı duyamadım)...
(burayı da duyamadım). evet acil!". O lafı söyledikten sonra beynimde şimşekler çaktı. Acil durum neydi ne oluyordu bana? Bu soruların cevabını hemşire teyzeye sormak varken, onun yerine kendimi telaşlandırmıştım.Teyzenin rahatlatan açıklaması gecikmedi: "yemekhaneyi aradım.tuzlu ayran istedim.ne? tuzlu nanemi diyo çocuk:)" dedi. Rahatlama ardından gülüşmeler geldi. Ayrandan önce 2 tane çikolata verdi teyzem, bende afiyetle mideye indirdim. 5 dakikada bir tansiyonumu ölçen teyzenin tavırları anne sıcaklığındaydı. Sanki kendi oğlu rahatsızlanmış ve onla ilgileniyor gibiydi. Yemekhanedeki çocuğun telefonda yaptığı enayilikten şüphelenen teyzem, birini tuzlu ayranı almaya yolladı. Yemekhaneye giden kişi ayran ve "ayran çok tuzluysa su katarsınız" tavsiyesiyle birlikte geri döndü. Ama yollanan şey tuzlu ayran değildi. Zehirli ayrandı. O kişinin "tuzlu" kavramını algılama biçiminde gariplikler olmalıydı. Sulandırılmış haliyle bile çok tuzlu ayranı, acı bir şurup içen çocuğun mızmızlığıyla içtim. Teyzem hemen su getirdi. Ardından "zehirli ayran"ın faili kişi hakkında söylenmeye başladı. Tekrar tansiyonumu ölçmek için geldiğinde adımı sordu;"Bayram.bayram günü doğmuşum" dedim. Gülümsedi, "Babamın adı da Bayram.Annemin adı da Hediye. Rahmetlik, anneme şöyle derdi: bir Bayram günü Hediye ettiler seni" dedi. Teyzenin yüzündeki gülümseme, o aşk'a tanık olan bir gülümsemeydi. Böyle sevgi dolu, sıcak ve düşünceli olmasının sebebini de anlamış oldum.

Revire kafasına kamyonun kapağı düşen bir kamyoncu getirdiler. Kafası ve sırtı yaralanmıştı. Çok önemli bir yaralanma değildi belki. Ama teyze pansuman yaparken adamdan yükselen "ay uff amanıın" nidaları yükselince ben kendi halime şükrettim. Sedyeye yatarken ,sanki ameliyat masasına yatmış triplerindeyken o kişinin yerinde olmadığım için dua ettim. Sonra teyzem tekrar geldi. Tansiyonumu tekrar ölçtü. "hadi yırttın:) normale döndü tansiyonun" dedi. Kalktım teşekkür ettim elleri öpülesi teyzeme. Çıktım ve düşündüm. Kendimi her an bir parçası bozulabilecek bir makine gibi hissettim. Aslına bakılırsa ben de makinenin sağlıklı işlemesi içinde pek de bir çaba göstermiyordum. Peki bir çaba içerisine girecek miydim? Galiba hayır:) En azından bir bayram günü hediyemi alana dek..

10 Mart 2006

Yaramazlık



Çocukken çok sık işittiğim söz yaramazlık yapma idi. Kelime anlamıyla yaramazlık , herhangi bir faydası olmamak anlamına gelirken, bence çok keyifli bir eylemdir. O çağlardaki hareketliliğimin sebebini tam bilemiyorum. Ama kendiliğinden oluştuğunun farkında değildim. Delice akan bir ırmağın sularına kapılıp gidiyordum. Bazen hareketlerimin sonuçları benim aleyhimde gerçekleşiyordu. Ama bir süre durgunlaşır sonra tekrar coşardım. Zaten yara izlerimin hepsi çocukluktan kalma bir anılardır. Baktığım zaman o an da yaşadığım korku ve acıyı hatırlarım.(Nası olduklarını hatırladıklarım en azından)

Yaramazlıklarım genelde annemin müdahalesiyle sona ererdi. Kaç sefer evin önünde oynamayı bırakıp, o zaman oturduğumuz eve yakın olan Haliç' e kaçardık. Haliç , Bizansın altınlarıyla dolu olduğu söylentilerinden ötürü Altın boynuz olarak anılırdı ve ben çocukken de zamanın belediye başkanı Bedrettin Dalan' ın iddia ettiği gibi henüz mavi olamamıştı. Parkta oynarken uzaktan gelen tehlikeyi sezerek annemin geldiğini görür, nemrut bakışları eşliğinde eve doğru yol alırdım. 5 metre önünde ve sürekli gelecek atakları kontrol ederek. Gerçek yaramazlıklarıma gelelim. Karateye olan ilgimden ötürü mahalledeki diğer çocuklar üzerinde karate çalışmalarım olmuştur. Bir tanesinin karnına, atarsın atamazsın iddialaşmasından sonra yumruğu koyup ardıma bakmadan kaçmıştım. Akşam çocuğun annesi büyük bir çıngar çıkartmıştı. meğersem çocuk bayılmış:) Bir başka çocuğa koşarken nası aklıma estiyse uçan tekme atmıştım, tamda suratının ortasına. Cam kırmalar, top patlatmalar, tartaklamalar gibi şeylerde mevcut. En ilginç olanı kaybolma hikayem. Ortalıklarda olmadığım bir gün annem gidebileceğim her yeri aramış, sormuş ama sonuç alamamıştı. Tam çıldırmak üzereyken evin karşısındaki boş arsaya bakmak aklına gelmiş. Arsaya girdiğinde beni yavru bir kediyi kucaklamış bir şekilde uyurken bulmuş:)

Kendime zarar verdiğim yaramazlıklar ise sayısız o yüzden hiç girmemek en iyisi. Ama fikir sahibi olmak açısından 2 örnek vereyim. Su kuyusuna düşme ve bir de kaynar suyla haşlanma vukuatlarım var. Yeterli olur sanırım. Ama hala tek parçayım. Çocukları küçükken kazalardan koruyan bir melek olduğunu düşünüyorum. Onca kazadan sağlam çıkmamı başka bir şekilde açıklayamıyorum çünkü. Koruyucu meleğime çok teşekkür ediyorum. Keşke büyüyünce de bir melek tarafından korunsak:)


08 Mart 2006

Emrah (küçük)


Akşam vakti nerden esti bilmem. Aklıma güççük emrah fimleri geldi. Her zaman ağlamaklı, kaşlar iç bükey bir açıyla gerilmiş
(dış bükeymiydi yoksa?), hüzünlü konuşmasıyla emrah halimize şükrettirirdi. Her zaman zorluklarla karşı karşıya kalan emrah, ömrü boyunca kaderin sillesini yiyen boynu bükük gariban çocuğu canlandırırdı. Bir tek onu canlandırabiliyordu gerçi. Emrah ın güldüğü , sevinçli olduğu herşeyin tıkırında gittiği filmleri bana hiç inandırıcı gelmedi. Çok filmini seyretmedim emrahın ama çocukken ister istemez seyrediyorduk. Bu davranışımı da çocukken yapılan salaklıklar kategorisinde değerlendiriyorum.

Neydi emrahımızın derdi? Bir fizik kaidesi gibi emrahın her filminde en az bir kişi kötü yola düşüyordu. Bu şahıslar kimi zaman anası, kimi zaman bacısı bazende sevgilisi oluyordu. Acaba bu senaryoları yazan arkadaşın gözünde sadece insanın bir yakınının iğfalimi olayı vahim ve acıklı getiriyordu bilmiyorum. Ama emrah filmlerinde mutlaka bu yönde bir darbe alır, sitemlerini dile getirirdi. Bir filmdeki sitemkar şarkısı hala kulaklarımda : "Aah ıman(x4) emrah ölüğrse mezaarıığıma anam gelmesiiğnn". Bunca yıl sonra bu şarkıyı hatırlayışımın sebebini ultra dümbelek sözlerine bağlıyorum. Mozart ı hiç dinlememesine rağmen konserine gitmeye istekli bu acıların çocuğu da değişti. Yeni yapımlarında eskiden çektiği zorlukların acısını çıkardı, sevgilisi elinden alınan emrah top modellerin bellerine kolunu doladı. Normal biri olsa yüzüne bakılmayacak emraha, güzelim kızlar birer birer aşık oldu.

Büyüdü ve değişti emrah. Traş olmaya başladı. Saçlarını jöleledi. O gariban köylü çocuğu, o yüzünde ağlamaklı ifadesi eksik olmayan kader kurbanı, o iç bükey kaşlarıyla yüreklerimizi dağlayan boynu bükük kardeşimizin yüzünde pis bir sırıtış belirdi. Gözlerine hin bir ifade yerleşti. Aklı başka yerlere kaymaya başladı. Ne içindi emrah hepsi? Bunun için miydi? O ezik çocuğu bunun içinmi öldürdün? O kaybeden tavrın aslında oyunmuydu? Bizi kandırdın da ne geçti eline söylesene? Asıl sen kaybettin. Artık gözümüzde masum değilsin. O gözünden yaş eksik olmayan , mendilsiz saf çocuğa kıyarak sonunu hazırladın. Artık emrah oldun, adının başındaki "küçük" mazi oldu. Büyümüş ve masum olmayan emrah oldun...
:)

06 Mart 2006

4X4 Sobe Bilgilerim

Gamzeli tarafından ebelendiğimi öğrendim. İşte benle ilgili bilgiler.Bazıları 4 e tamamlanamadı.

YAPTIĞIM 2 İŞ

  1. Bir gıda firmasında program ve teknik destek stajı.3 Ay
  2. Bilgisayar Programcılığı. 6.5 Sene

DEFALARCA İZLEYEBİLECEĞİM 4 FİLM

  1. Fight Club (Mükemmel oyuncu performansları ve mükemmel film)
  2. Pirates of Caribbean (Mükemmel oyuncu performansı ve komedi)
  3. Twelve Monkey (Mükemmel oyuncu performansı)
  4. English Patient (Mükemmel oyuncu performansları ve hüzün (ağladığım ilk film))

YAŞADIĞIM 4 YER

Sırayla

  1. Niğde. 6 ay (Doğdum)
  2. Ankara. 1.5 Sene
  3. İstanbul. 7 Sene
  4. İzmir (Kalanı)

SEVDİĞİM 4 TV PROGRAMI

  1. F1 ve Rally Programları( ve yarışları da)
  2. Naruto (anime.TV Tokyo da yayınlanıyo.Ben netten indiriyorum)
  3. Bleach (Üsttekiyle aynı tv de yayınlanıyor)
  4. cnbc-e deki komik diziler(Seinfeld,raymond...)

TATİL İÇİN GİTTİĞİM YERLER

  1. Çeşme (Her sene giderim.Denizine hastayım)
  2. İstanbul (Gez gez bitmiyor.)
  3. Kuşadası
  4. Tayland (Tatil için gitmedim ama işlerin hafifliği ve süresinin bol olması onu tatile çevirdi)

EN SEVDİĞİM 4 YİYECEK

  1. Yaprak Sarma
  2. Patlıcan yemekleri(1. ve 2. zaman zaman yer değiştiriyor)
  3. Sushi
  4. Biber dolma

HER ZAMAN ZİYARET ETTİĞİM 4 BLOG

Listemdeki kişiler , listemdekilerin listelerindeki kişiler ve listemdekilerin listelerindekinin listelerindeki kişiler , listemdeki..........şeklinde


ŞU ANDA OLMAK İSTEDİĞİM 4 YER

  1. Japonya (Onurlu samurayların anavatanı)
  2. Tayland (İç huzurunu bulmuş, sıcak insanların anavatanı)
  3. İstanbul (Eğlencenin Anavatanı, Çocukluğumun dereyatağı)
  4. Çeşme (Deniz ve kum)
EBELEDİĞİM 3 BLOGGER

Margot, İbrahim Özdemir, bulsara

01 Mart 2006

Öykü


Mert, arkadaşlarıyla geldiği plajda güneşlenmekten sıkılmış, 3 aydır hayalini kurduğu mavi sonsuzluğun kollarına kendini atmıştı. Yoğun iş hayatı tatile hasret bırakmıştı Mert i. Önce serin suya vücudunu alıştırdı, sonra kendini birden denizin kucağına bıraktı. Biraz açıldı , denizle başbaşa kalacağı biryere yüzdü. O uçsuz bucaksız denizin içinde kendini olmadığı kadar huzurlu hissediyordu. Bedenini suyun üstünde yatay hale getirdi ve kulağını denizi neşeli melodisiyle doldurarak gözlerini kapadı.

Gözlerini açtığında en son olduğu yerde olmadığını farketti. Etrafta aydınlık değildi. Ama hava güneşli değil miydi az önce? Güneş ışınları başının üstünden ok gibi derinliklere doğru fırladığında , denizin yüzeyinde olmadığını farketti. Dehşetle irkildi bir an ama bir sorun yoktu sanki. Etraf kabarcıklarla dolmaya başladı yavaş yavaş. Oraya nasıl geldiğini bilmiyordu. Ama bildiği tek şey boğulmak istemediğiydi. Fakat bir gariplik vardı. Nefes alabiliyor gibiydi. Biraz bekledi ve nefessiz kalmadığının farkına vardı. Tamda o sıra hava kabarcıklarıyla doldu etraf. Ve gitgide daha da aydınlandı denizin dibi. Artık tek başına değildi. Çeşit çeşit ve renk renk balıkla doldu çevresi, kalabalıklaşıyorlardı. Kabarcıklar azaldı daha net görüyordu artık. Etrafında daireler oluşturuyorlardı. En altta deniz atları, üstünde çizgili ve envai çeşit renge sahip tropikal balıklar onun üstünde kılıç balıkları en üstte yunuslar vardı. İrili ufaklı başka balıklarda katıldı bu şenliğe . Tam bir panayır yerine dönmüştü ortalık. Gözlerine inanamıyordu. Sanki denizin altında bir festivale katılmıştı. Bu esnada hareketlilik azaldı ve artık daha da aydınlanmıştı deniz. Önündeki canlılar çekilmeye başladılar. Sanki önemli bir şahsın yolunu açıyorlardı.

Uzaktan bir parlaklık gördü. Yaklaştığında büyükçe bir balık olduğunu düşünmeye başladı. Daha da yaklaştığında gelenin, her bir teli ayrı parlayan altın rengi saçlarıyla, denizin masmavi kalbinin rengini aldığı gözleriyle bir deniz kızı olduğunu gördü. Kuyruğu sıra sıra renkli taşlarla diziliydi ve göz alıcıydı. Eşşiz güzelliğe sahip bu deniz kızını gördüğünde acaba gerçek mi bu olanlar diye düşündü. Deniz kızının ona yaklaşmasıyla bu düşüncesi silindi. Giderek yaklaştı, yaklaştı ve elini uzattı. Elini tuttu Mert. Deniz kızı Mert in gözlerinin içine baktı, yaklaştı ve gözlerini kapadı. Başını genç adamın başına daha yaklaştırdı ve dudağına bir öpücük kondurdu. Dudağı öpücüğün sıcaklığıyla eridi genç adamın. Kalbi deli gibi atmaya başladı ve etrafındaki balıklar çıldırırcasına dansetmeye başladı. Tüm deniz halkı eğlencenin doruk noktasına ulaşmaya çalışıyordu. Denizin dibinde mükemmel bir eğlence vardı insanoğlunun hayal edemeyeceği güzellikteydi. Deniz kızı geri çekildi ve uzaklaşmaya başladı. Gitmesini istemiyordu Mert. Bırakmak istemedi ve elini uzattı. Ona erişmeye çalışıyordu. Ellerinin arasından kayıp gidiyordu. Birden tekrar kabarcıklarla doldu etraf. Etrafta kararıyordu aynı zamanda, deniz canlılarıda yavaş yavaş kayboluyordu. İyice karardı etraf.Daha da karardı.Kapkaranlık oldu.

Mert içinde bir acı hissetti. Tam göğsünde bir acı. Oradan boğazına doğru çıktı. Sonra ağzında acımtırak bir tat oluştu. Öksürerek ciğerlerindeki denizi kusuyordu. Bir süre sonra yüzünde kumları hissetti. Plajda yatıyordu. Kulağıda duymaya başladığında "Mert uyan,Mert ,Meeert" seslerini işitti. Kendine gelir gibi oldu ama vücudunda takat yoktu. Arkadaşları onu yerden kaldırıp şezlonglarının yanına götürdü. ve yatırdı. Etrafında kişi sayısı azaldı. Meraklı kalabalık dağılmıştı."Mert iyimisin kanka cevap ver" dedi arkadaşı. Mert, "iyiyim.Bana ne oldu?" diyebildi. Arkadaşı "kanka çok korktuk az daha boğuluyordun dedi.çok açılmışsın.eğer bu bayan oralarda olmasaydı.." dedi, gerisini getiremedi.Mert gerçeği algıladı o an. Düşünün garipliğinin nedenini de anladı. Kıza doğru kafasını çevirdi. Buğday sarısı saçlarıyla , okyanus rengi gözleriyle , sıcak bir şekilde gülümseyen kızı gördü."nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum.hayatımı kurtardınız" diyebildi güç bela."Teşekküre gerek yok.Siz iyisiniz ya" dedi gülümseyerek.Mert, sadece başını sallayabilecek gücü buldu."dinlenin şimdi kendinize gelince görüşürüz" dedi ve ayrıldı.Mert elini uzatmak istedi , gitmesini istemiyordu ama gitti. Mert in arkadaşı, "kanka, bu kızın hayatımı kurtaracağını bilsem ben de boğulurdum:)" dedi."Çok şanslısın sana suni teneffüs yaptı ama sen baygındın ,hiçbişey anlamadın:)" diye ekledi.Mert in yorgun ve mor yüzüne, mavi bir gülümseme yayıldı...

28 Şubat 2006

Tarihte Bugün

Bugün yani 28 şubat benim için önemli bir tarihtir. Benim için önemli olan olay 4 yıl önce 2002 yılında meydana geldi. 4 yıl önce bugün sigaraya başladım ve tiryakiliğimin 4. yılını kutluyorum. Önceki senelerde kutlayamamıştım. Eğer 2010 a kadar bırakmazsam da 8. yılını kutlayacağım.

Soğuk ve rüzgarlı bir şubat akşamı kimbilir hangi dertten ötürü (biliyom aslında da.boşver) masa üzerinde bulunan arkadaşım ait olan paketten bir tane sigara aldım. Öksürüklere rağmen içmeye çalıştım. Bir süre sonra bir diğerini aldım. Gene öksürük vardı. Sigara kendine alıştırmadan önce son uyarılarını yapıyor gibiydi. Bak ben böyle kötü bişeyim, öksürtürüm seni, hiç de hoş bir tadım yoktur diyordu sanki. Eğer bana alışacaksan bunlara katlanmalısın diye de ekliyordu. Hiç kimsenin etkisi altında kalmadan o gün ona bağlılık yemini etmiştim. O da iyi ve kötü günlerimde yanımda olacağına söz verdi.

Ve sözünü de tuttu. Sıkıntılarıma çözüm bulmasa da her zaman beni sakinleştirdi. Kutusunda sakince beni bekleyen o beyaz şeytan, her yeni bir tanesini elime aldığımda "evet yeniden bana ihtiyacın var.bensiz yapamazsın" diyerek haklı kibirini gösteriyordu. Yanan bedenine rağmen bana içinde saklı o özü sunuyordu. O rahatlatıcı etkisini üzerime salıyordu. Ona tekrar ihtiyacım olana dek. Galiba vakit geldi. Kibritim nerde? :)



22 Şubat 2006

Fotojeni


Fotoğraf çekileceğim her zaman içimi bir telaş kaplar. Acaba bu sefer nasıl çıkacağım diye? Ben fotojenik değil miyim yoksa poz vermeyi mi bilmiyorum diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Ama nedense çekildiğim 10 resimden 2 sinde adam gibi çıkabiliyorum. Bakmayı bilmek çok önemli. Aslında insanın bakışları o an ki duygularını çok iyi yansıtmakta. Suratına bakarak kişilerin verdiği tepkileri anlayabilir dikkatli kişiler. Tamamen doğal bir tepkidir bu. Bunun dışında istenilen yüz ifadesine aniden takınabilen kişilerde mevcuttur. Fotoğraf çekilirken de bu kişiler sanki yüzlerinin nasıl güzel çıkacaklarını bir şekilde kaydetmiş gibidirler. Hemen yüze o pozu geçirip çiiiiz derler.

Küçükken yabancı filmlerde biri resim çekmeden önce "peynir deyin" derdi. Belli bir yaşa kadar bu kişileri salak olarak düşünmüştüm.Allahtan sonradan öğrenip herhangi bir ortamda rezil kepaze olmaktan kurtuldum.Hatta daha sonraları "taking photo" eylemi sırasında
kendimi "cheese" derken bulmuştum. Neler yaptıysam olmadı. Gülümseyeyim dedim olmadı. Resimlerde pişmiş kelle gibi çıkıyordum. Ciddi görüneyim dedim bu seferde. İfadesiz ve benim olduğuna inanmak istemediğim bir suratla karşılaşıyordum. Bu durum canımı sıkıyordu. Bir gün geçtim aynanın karşısında yüzüme ifade verme alıştırmaları yapmaya başladım. Bir an kendimi "Taxi driver" daki De Niro gibi hissettim(You talkin' to me?). Değişik ifadeler takınıp aha oğlum işte böyle bakacaksın diyordum. Evet böyle çok karizma oldun be koçum diye de gazlıyordum. Az daha bakışları numaralandırma gafletine düşecektim(işte 74 nolu bakışım). Verimli bir çalışma olmuştu. Arada hatırlatmalar yapıyordum tekrar ayna karşısında.

Bu çalışmalarımın ardından bir süre geçti. iş arkadaşım sebebini hatırlamadığım bir nedenden ötürü "resmini çekelim senin bi" dedi. Çıkardı kameralı cep aygıtını. Aklıma yaptığım çalışma geldi. Artık emeğimin semeresini alma vakti gelmişti. Suratıma verdiğim ifadeyi hatırladım. ve o pozu yerleştirmeye çalıştım. Resim çekildi. Teknoloji sayesinde anında sonucu görebiliyor olmanın rahatlığıyla telefondan kendi resmime baktım...Suratımda tam bir "maldeyneği" ifadesi vardı. Bu işte başarılı olamayacağımı anlayıp olayı akışına bıraktım. İfade mifade vermedim. Kaderime razı oldum.

Fotoğraflarda bi şekilde iyi çıkan kişilere hep gıpta etmişimdir. Sanırım bu da özel bir yenetek. Asla edinemeyeceğim bir yetenek hem de...



Uyku



Ölümün provası uyku. Bilinç dışı bir an, yaşamla ölüm arasındaki o şekilsiz köprü. İnsan uykudayken otomatik pilota alınmış uçak gibidir. Uçmaya devam eder ama beyniyle değil. O sırada bilinçaltının bizim için hazırladığı vizyon filmlerini seyretmekteyizdir. Ne olduğuna anlam veremediğimiz ilginç sohbetler, kendimizden duymaya çok şaşıracağımız bilgiler, farklı kişiler ve farklı olaylar. Sanırım uyku sırasında bünye sıkılmasın diye izlettirilen bir eğlence programı gibi bişeydir. Ne kadar izlesekde sıkılmayız. Garip rüyalarımdan favori olanı, ingilizce olarak gördüğüm rüyadır. Altyazısız bir rüyaydı. Anlamakta sorun yaşamamıştım.

Rüya sırasında beyin kişiye sanal bir gerçeklik sağlar. Ve rüyayı gerçek dünyada yaşıyormuşcasına hissederiz. Bu bazı açılardan sorun yaşatsa da bazende mükemmel bir hayal dünyasına yelken açarak kişiyi uyanmak istemeyeceği maceralara sürükler. Kimi zaman yüksek bir yerden düşüyoruzdur ve hiçbirşey yapamayız. Kimi zamanda gökyüzüne yükselip bulutlar üzerinde yolculuk yaparız. Rüyalar ülkesini her ziyaretimizde farklı bir yeri gezer görürüz. Tek kötü tarafı sabah olup da uyanınca bakarsın ki herşey rüyaymış. Sen hala aynı sen, etrafındaki herşey aynı. Aynı tas aynı hamam aynı tellak.

Herkese iyi uykular. Zira uykuya direnmenin ya da uyuyamamanın cezası ertesi gün zombi formunda dolaşmaktır.

21 Şubat 2006

Neden?

Sigara yakmak için kullandığın kibriti , yere atmamak için kutuya koyduğunda , neden bir sonraki yakışında eline yanmış kibrit çöpü gelir?

Otobüs durağına yaklaşırken, neden beklediğin otobüsün kalkıp gittiğini görürsün?

Bankada kuyrukta beklerken, neden sıra sana geldiğinde personel öğle tatiline çıkar?

Çok feci sıkışmış patlamak üzere bir halde eve geldiğinde, neden tuvalet doludur?

Çok aç bir halde eve gittiğinde , neden annen sevmediğin yemeği yapmış olur?

Boş vaktin olup dışarda takılmak istediğinde, neden tüm arkadaşlarının sözbirliği etmeşcesine işleri vardır?

Seyretmeye can attığın filmin download u bittiğinde ve seyretme hazırlığı yapmaya başladığında , neden eve misafir gelir?

Bir işe yarayacak sırada, neden tüm elektronik oyuncaklar çalışmaktan vazgeçer ?

İnternetten çok önemli bir şeyi indirmen gerektiği sırada, neden internet kağnı hızında çalışır?

Çok önemli bir buluşmaya geç kaldığın sırada, neden trafik sıkışır , arabalar gıdım gıdım ilerler?

Çok sık görüşemediğin sevgilinle buluşacağın akşam, neden sevgilinin babası çıkagelir?

Şehirlerarası yolculuk yaparken ve koltuklarda çok geniş değilken, neden yanına şişman , iriyarı bir amca oturur, üstüne üstlük bi de horlar?

Gene şehirlerarası bir yolculukta tam uyumak üzereyken, veledin biri ağlar ,zılar veyahut bağıra çağıra konuşur?

Başka bir şehre gezmeye gittiğin zaman, neden hoş biriyle tanıştığının ertesi günü dönmek zorunda kalırsın?

Arkadaşın seni hoş biriyle tanıştıracağı zaman, neden şehir dışında olmak zorundasındır?

Neden,nedenlerin sebebi bilinmezdir?

20 Şubat 2006

Can Sıkıntısından yazdım

İnsan sıkıldığında, yapacak birşey bulamadığında ne düşünür? Yapmak istediklerini mi düşünür yoksa hayal mi kurar ? Belki hayatını sorgulamaya başlar. Neden yaşadığını belki. Kim olduğunu sorgulamaya başlayan biri için işler yolunda gitmiyor demektir. Hayatından memnun olan ve mutlu biri hayatın anlamını sorgulamaya çalışmaz. Çünkü iyi giden birşeyin altını kurcalamaya gerek yoktur. Mutludur ve mutlu olmasına sebep olan etkenleri düşünür sadece. O güzel tabloyu canlandırır kafasında ve gülümser.

Yaşantısını sorgulayanlar ise yolunda gitmeyen öğeleri , etkenleri düşünmek için bu işe girişir. Kimi zaman işinden çıkamaz çünkü çıkışı yoktur. Kimi zaman ise yeni kurallar tanımlar kendine ve uyacağının sözünüde vermeyi unutmaz. İyi evlilik yapan mutlu, kötü evlilik yapan ise filozof olur diye bir laf vardır yar. Sanırım bu evli olmayanlar içinde geçerli. Mutlu olmayan herkes filozof olmaz belki ama mutlu bir filozofta yoktur kanısındayım. Ama benim fikrimi sorarsanız cahillik mutluluktur.

İçimdeki Çocuk



Çizgi fimlerdeki dünyaya her zaman daha fazla imrenmişimdir. Orda insanlar ölmez, yanında bomba patlayan biri parçalara ayrılmaz. Sadece simsiyah olur, saçları dikleşir ve ağzından duman çıkar. O dünyada da iyi ve kötü vardır. Sürekli savaş halindedir ama hep iyiler kazanır. Birileri tehlike içindeyken o kahraman kişi son anda gelir ve insanları kurtarır. Çizgi filmler, insanların içindeki dünya kavramının açığa çıkışıdır.


Ve insanlara çizgi filmleri izleten içlerindeki çocuktur. İşte o çocuk sayesinde masumiyetini yitirmez kişi. İnsanlara daha sıcak bakar ve güvenir. Yüzünde ise bakkaldan aldığı çukulatayı henüz yemiş bir çocuğun gülümsemesi vardır. Bir işi başardığında ise yüzüne, misket oyunundan galip ayrılmış bir çocuğun gururu yerleşir. Hüzünlendiğinde ise , oyuncağı elinden alınan bir çocuğun saf gözyaşlarıyla ağlar. İçindeki çocuk dünyayı daha yaşanılır bir yer kılar. Onun sayesinde yakana yapışan kirli ellerin izi üzerine yapışmaz. Dizleri yara bere içinde, saçları tozlu bir veledin inatçılığıyla hayatın zorluklarına göğüs gerersin. Hala gülümseyebiliyorsam , hala hayattan beklentilerim varsa ve hala çizgi film gerçekliğinde hayal kurabiliyorsam içimdeki çocuğu yaşattığımdandır. İçindeki çocuğu öldürenler!, siz artık büyümüşsünüz ama ben daha büyümedim. Büyüyünce doktor olcam...

Adamım Uzumaki Naruto

Beklenilen Kişi


İnsanlar hayatlarının belli bir dönemi o kişiyi beklemekle geçer. Bazıları ömürleri boyunca bekler. Kimi şanslıdır , fazla bekletilmez. Aradığını bulur ve yoluna devam eder. Kimi ise daha fazla bekler. Kimi ise beklese de fayda etmez. Ne gelen vardır ne giden?

Hep o kişiyle karşılaşmak için algılarımız sürekli açıktır, sürekli tetikteyizdir. Olurda karşılaşırsak kaçırmayalım diye. Lakin ne zaman yaparız bunu? Arkadaşlar arası toplantılarda, yeni birileriyle tanışılma ihtimali olan etkinliklerde, bilmem kimin düğününde, yada bir eğlencesel durumda. En fiyakalı şeklimize bürünürüz. Saçlar için daha uzun zaman harcarız. Çok nadir giydiğimiz o yepyeni ayakkabımızı giyeriz. Hatta ayakkabıya bakınca yüzümüzü görecek şekilde parlatırız. En sevdiğimiz gömleğimizi kollarımızdan geçirir, mümkün olan en karizma pozlarımızı takınırız. Ortamda daha yüksek sesle espri yaparız ki , eğlenceli yönümüzü etrafa duyururuz. Hıncal uluç tarzı gevrek gevrek güler, allahım ne kadar güleç bir insan olduğumuzu belli ederiz. Dostluğumuzun fazla kuvvetli olmadığı, 20 yıl görmesek aklımıza gelmeyecek adamlara, "oOOOo kardeşim nasılsın" diye abartı selam veririz ki sevilen , sayılan ve sosyal bir insan olduğumuzun altını çizmiş oluruz. Hep bir şekilde o kişinin dikkatini çekmek isteriz. Olurda ordaysa bizi es geçmesin diye yaparız bunları. En cici kıyafetlerimizin içinde en cici en beyefendi maskemizle reklamımızı yaparız.

Ama o kişi senin en kendin olduğun zaman ortaya çıkar. En baba en "ciks" halinle değil, en doğal halinle görüp senin olacaktır. Bir Pazar sabahı, pis sakal, dağınık saç bir şekilde markete gittiğinde yumurta alan pembe eşofmanlı kızdır. Yada iş çıkışı bitik bir halde otobüste giderken sana, gideceği yeri tam bilmediği için ineceği durağı soran endişeli kızdır. Veya öğle yemeği için gittiğin mekanda hapır hupur kebabını yerken, karşı masada salata yiyen (diyette çünkü) kızdır (Bayanlar için örnek önerilerinizi bekliyorum). O yüzden, her daim pür dikkat kesilmenizi tavsiye ederim. Her an bekleyin. Belki şu an onunla tanışmak üzeresindir.

Not: Çok uzun bir süre görüşmediğiniz bir eski tanıdık kişi sizi arayıpda ?merhaba,nasılsın? derse, onla bir daha görüşmeyin. Emin olun o değil.

17 Şubat 2006

Ellerim kesik



Kafamda düşler kuruyordum yürürken. Önümde acı tuğlalarından örülü geçmiş duvarına rağmen. Duvarın arkasını görmeye çalışıyordum. Yolda yürürken onu gördüm. Parlıyordu, bakamıyordum. Gözlerim kamaşmıştı etkisinden. Elime aldım onu tekrar baktım. Gözümü ayıramıyordum. Artık daha mutluydum. Duvardan ötesini görüyordum. Elimdeki elmasın kıymetini biliyordum ve düşlerimin gerçekleşme olasılığı bana yansıyordu. Güneşi elimde tutuyor gibiydim. Onunla birlikte sanki bende parlıyordum. Elimdeki hazinenin gerçekliği acılarınkinden daha yoğundu. Mutluydum ve sanki hep öyle kalacaktım...


Sonra akşam oldu. Güneş herzaman rutine uydu. Uzaklardaki yuvasına doğru yol aldı yeni seferine hazırlık için. Elimdeki hazineme ne olmuştu? Artık parlamıyordu. Pırıltısını yitirmişken inanamıyordum olanlara. Halbuki kör olana dek ona bakacaktım. Ama yok artık parlamıyordu. Hazinem dediğim , elmasım, bir kırık cam parçasından ibaretti. Gerçekliğini yitirmişti benim için. Mutluluk morfininden ellerimdeki kesikler acımamıştı. Şimdi ise tek gerçek elimdeki acıydı. Gece tek düşündüğüm elimdeki acıydı. Tek dostumsa gözyaşlarım...



Özür



Özür Diliyorum

Söz veripde tutmadığım yada tutamadığım herkesten özür diliyorum.

İstemeyerek de olsa söylediğim bir sözden dolayı kırdığım, üzdüğüm hersten özür diliyorum.

Daha fazla ilgi göstermem gerekirken , yapamadığım , ihmal ettiğim herkesten özür diliyorum.

İşimde yaptığım hatalardan dolayı sıkıntıya düşen, zorluk yaşıyan herkesten özür diliyorum.


Özür Bekliyorum

Söz veripte tutmayan yada tutamayan hersten özür bekliyorum.

Söyledikleri sözlerden ve davranışlardan ötürü kalbimi kıranlardan özür bekliyorum.

Bana daha fazla ilgi ve sevgi göstermesi gerekirken bir neden ötürü bunu yapmayan herkesten özür bekliyorum.

İşimi yapmamı zorlaştıran herkesten özür bekliyorum.

Düşüncesizce ve bencilce davranışlarından dolayı daha iyi bir geleceğe sahip olmamı engelleyen herkesten özür bekliyorum.

Dostum diye kucaklayıp beni sırtımdan hançerleyen , ihanet eden insan müsvettesi herkesten özür bekliyorum.

Dürüstlüğümü, yardımseverliğimi suistimal edip , iyiliğimi kötülükle cevap veren tüm herkesten özür bekliyorum.

Sevgime, aşkıma ve fedakarlığıma ihanetle karşılık veren , kalbimi defalarca kıran herkesten özür bekliyorum.


16 Şubat 2006

Yağmur



Bulutların yeryüzüne hediyesi yağmur. Çölde bedevinin, tarlada çiftçinin ortak temennisi. Yağmur nedense beni hüzünlendirmiştir. Çocukluğumda yağmura yağdığı zaman önce durgunlaşır, dizlerimi kucaklayıp küçük odamın küçük penceresinden yağmuru izler , hüzünlenirdim. Önce kaşlarını çatar gökyüzü. Gürlemeye başlar sonra etrafına kükrer ve sonra durgunlaşır, üzgün bir kimliğe bürünür sonra da ağlamaya başlar. Yağmur damlaları bana gözyaşlarını anımsatır. Belki hüzün etkisi bu yüzdendir. Yağmur damlaları da tıpkı gözyaşları gibi üzgün bir gözün pınarlarından oluşur ve akar gider.

Aynı zamanda hayata da benzetebiliriz. O da bizim gibi bulutun bağrından doğar ve yaşamaya başlar, damla şeklini alır. Sonra nihai hedefine doğru ilerler. Gökyüzünden yeryüzüne doğru süzülmeye başlar. Rüzgar onu hedefin saptırabilir belki ama amacına ulaşmasını engelleyemez. Bildiği yolda devam eder. İnsan hayatının aksine yolu inişli çıkışlı değildir. İstikrarlıdır , sürekli düşer diğer damlalar gibi. Ve dünyaya yaklaşır. Yolculuğu , deniz mavisi gözleriyle gökyüzüne bakan güzel bir kızın pürüzsüz alnında sona erer.

15 Şubat 2006

Yetişkin

"New blood joins this earth. And quickly he's subdued". Metallica nın bir parçasındaki bu güzel vecize hepimizin başına gelecekleri özetliyor. Kelime anlamıyla bakılırsa "Yeni bir kan(can) dünyaya katılır.Ve hemen boyun eğer." Doğar doğmaz olmasa da hepimiz bu dünyanın , daha da alt bir kümeye inersek bulunduğumuz toplumun ,çevrenin etkisi altına girmeye başladık. İlk olarak aileden başlayan bir etki gitgide yaşadığımız çevrenin görünmez etkisiyle kuvvet kazandı. Ve diğerleri gibi bizde bizden istenen ,beklenen şeyleri yapmaya başladık. Onların istediği gibi davranmaya başladık. Kafamızı hafif kaldırmaya çalıştığımızda ise yetişkinleri gördük ve tekrar başımızı önümüze eğdik. Üzerimize giydirdikleri kıyafetlerden kurtulamadık. Olmak istediğimiz gibi olamadık, olduğumuzda hep bir duvara çarptık. Çizdikleri yolların dışına çıkamadık. Hep sıktık dişimizi , hep duvara vurduk yumruğumuzu. Onlara karşı durabilmenin tek yolu onlar gibi olmaktı. Yetişkin olana kadar bekledik. Bekledikçe alıştık ve büyüdük. Sonra aynı hastalığa bizde yakalandık, aynı virüsü bizde kaptık. Yüzümüzdeki efendi çocuk maskesi suratımıza yapıştı. Parçalamak istediğimiz zincirler bir parçamız oldu. Bizde onlardan olduk. Olmak istemediklerimiz gibi olduk. Bu makinaya yeni bir çark da biz olduk.

14 Şubat 2006

Dilemma

Genç adam yerinden doğruldu. Kapıya doğru hareketlendi. Ayaklarında derman olmadığını farketti. Kendini zorladı yürümek için. Genç kıza doğru kafasını çevirdi. Kızın buğulu ve kızarmış gözleriyle buluştu gözleri. İçi acıdı. Çekti bakışlarını. Kapıya yaklaştı ve "Gideceğim yeri biliyorsun.Seni bekliyeceğim." diyebildi. Elini kapının koluna uzatırken genç kız titrek ve zayıf sesiyle "O kapıdan çıkarsan herşey biter" dedi. Oğlan duraksadı, eli titremeye başladı "demek buraya kadarmış" diye geçirdi içinden. 3 yıl sonra güneşli bir yaz günü bitecekti bu aşk.

Yaşadıkları canlandı zihninde. Balık tutarken ne kadar eğlendiklerini aklına geldi. Kız onunkinden daha büyük bir balık yakalamış ve bütün gün bununla da övünüp durmuştu. Balıkları pişirdikten sonra oğlan benim balığım daha lezzetliydi diye altta kalmamaya çalışmıştı. Ama şimdi kendine itiraf ediyordu. Daha lezzetli değildi. Onunla yediği her yemek bir ziyafetti. Sonra onun için kavga ettiğini hatırladı. 3 serseriden biri kıza laf atmış ve o da adamlara diklenmişti.İyi bir dayak yemiş , daha da iyi bir dayak yemesi etraftan gelenlerin müdahale etmesiyle engellenmişti. Ama bir yumruk attım diyerek sevgilisine kendini göstermek istemişti, şişmiş kaşının acısına rağmen. Evlerine dönerken hala acıyor mu diye sormuştu kız. Oğlan hayır demişti ama acıyordu. Genç kız oraya bir öpücük kondurdu bu lafın üzerine. Acısı dinmişti delikanlının. Sonra birlikte kızın bitirme tezi için 2 gün uykusuz çalıştıklarını hatırladı. 2 gün boyunca sadece ona odaklanıp kah gülerek , kah ümitsizliğe kapılarak o işi bitirmişlerdi. İşin sonunda , oğlan çalışma masasının üstüne sızmıştı yorgunluktan. Uyandığında masaya akmış salyalarını farketmişti. Acaba benden iğrenmiş midir diye düşündü bir an. Bulunduğu durumu farkendince düşüncenin anlamsızlığını anladı. Ve aynı hızla düşünce yokoldu zihninde.

Sonra kendine geldi. Odada ayakta ve kapının önündeydi. Düşüncelere dalmadan önce kendini bıraktığı yerdeydi. Genç kıza döndü : "Bununla yaşayamam.Gitmek zorundayım.Seni çok sevdim....ve seveceğim" dedi. Kapının kolunu kavradı, çevirdi. Ağırca açılan kapıdan dışarı çıktı. Sıcak hava yüzünden geçerken yakıcı bir etki bıraktı. Kapıyı kapatırken genç kızın hıçkırıklarını duydu. İçi kıyılmaya başladı. Adımlarını hızlandırdı yoksa dayanamayıp geri dönecekti. Yola çıktı yürümeye başladı. Geri dönülmez bir yolculuğa çıkmıştı ve gerisinde bir çok hatıra bırakıyordu. Hayallerini gerçekleştiremeceğinin bilincinde atıyordu adımlarını artık. Kavga bile etmeden bitmişti herşey. En büyük kavgalarını hatırladı. Bağıra çağıra tartışırlarken kız oğlana eline geçirdiği bir vazoyu fırlatmıştı. Oğlan böyle bir şeyi beklemediği için kaçamamıştı. Kafasında kırılan vazo oğlan başını yarmıştı. Başında o sızıyı hissetti ansızın. Oğlanın başından süzülen kan , alnında aşağıya inerken kavga bitmişti. Kız koşarak çocuğa sarılıp defalarca özür dilemişti. Başındaki sızı kalbine indi. Ordan tüm gövdesini kapladı. Yürümekte zorlanıyordu artık. Bir güç onu sanki yakasından çekiyor , geri dönmesi için haykırıyordu. Ne doğru dürüst bir ses duyabiliyor ne de nesneleri tanıyabiliyordu. Etrafında kapısı ve penceresi olan beton yapılar görüyordu. Yola baktı. Camları ve tekerlekleri olan hareketli metal nesneler görüyordu. Sağında solunda 2 ayaklı , 2 kollu ve bir başı olan ve onun gibi yürüyen canlılar görüyordu. Adımlarını daha da zor atar oldu. Yol bitmek bilmiyor sanki koşu bandında yürüyordu. Parkın yanında geçerken ayağına bir nesne çarptı . Durdu ve baktı . "abi topu atsana!". küçük bir çocuktan çıkmıştı be ses. 6-7 yaşlarında olduğu belliydi. Çocuğa baktı gözlerinde saflığı ve masumiyeti gördü. Vicdanı tekrar onu ele geçirdi. V
ücuduna kuvvet verdi. Nesneleri tekrar görmeye başladı. Topu attıktan sonra adımlarını hızlandırdı. Yaklaştı hedefine. Diğerlerinde ayır edilebilen o yapıyı gördü. büyük harflerle "****** KARAKOLU" yazıyordu. Kapıdaki nöbetçi polis sıkıca sarıldığı otomatik silahıyla kendine güveni tam görünüyordu. Son bir kere dışarıya baktı. İçeriye girdi. Görevli memurun masasına yaklaştı. Memurla gözgöze geldi. O anda içinde fırtınalar kopmaya başladı.Zihninde şimşekler çakmaya başladı. Vücudu ısınmaya , titremeye başladı. Terliyordu ve nabzı hızlanıyordu. "Buyrun " dedi memur. Genç adam gözlerini aşağıya indirdi ve yavaşça "**/**/**** tarihinde *****'de işlenen cinayetin faili...Benim" diyebildi. Rahatladı birden, eli ayağı boşaldı. Vicdanı ona doğru olanı yaptığını söyledi. Derin bir nefes aldı ve hayalleriyle vedalaştı....

13 Şubat 2006

Smoking Kills










Yazının başlığından sigara karşıtı bir yazı sonucunu çıkardınız. Lakin düşündüğünüz gibi değil durum. Sigara tiryakileri, merak etmeyin şu son zamanlarda sigara paketlerinin üzerindeki can sıkıcı yazılardan sonra bir darbe ben vuramam. Aslında bu yazıları biraz eleştireceğim. Sakın sigarayı tavsiye edeceğim gibi bir fikre kapılmayın. Sadece şu yazılara biraz kafam takıldı.


Sigara öldürür yazıyor paketlerde. Sigaranın öldürdüğü aslında şu yönden doğru. Kansere yakalanma riskini çok yükseltiyor, kalp ve damarlara büyük zarar veriyor vs. Bu şekilde bir rahatsızlığa kapılarak ölüyorsunuz yada sıkıntı çekiyorsunuz. Ama içen herkesin öldüğünü sanmıyorum. Ama sigara içmek öldürür yazıyor pakette. şöyle bir örnek verirsek, iş stresi malumunuz. Yaşadığımız stres bizi çok bunaltıyor ve sağlığımızı bozacak derecelere varıyor , hayatımızı kısaltıyor. Ama ben hiçbir müessenin kapısında "Bu işyeri öldürür" yazısını göremedim.

Fast-food kültürü hayatımızla içiçe ve ayrılmaz bir hale geldi. McDonalds artık yeni yetme nesil için alternatifsiz bir mekan (veyahut Burger King). Hamburgerin sıklıkla yenmesi durumunda kilo artışına sebep olduğu, kolesterolü arttırdığı ve kalp ve damar rahatsızlıklarına yol açabileceği aşikar. Örnek amerikan halkı. Böyle bir durum olmasına rağmen ben bu dükkanların önünde "hamburger yemek öldürür" veyahut "hamburger yemek kalp ve damar rahatsızlıklarına yol açar" gibi ibare görmüş değilim. Otomobilinizin üzerinde de böyle yazı görmemişsinizdir eminim. Ama onla bir duvara çarptığınızda yada siz birine çarptığınızda ölüme sebebiyet verebilirsiniz. O zaman otomobilde öldürür. Öyleyse bu durumda araçların görünecek bir yerlerine "fazla hızlı araç kullanmak ölüme sebebiyet verebilir" yazılmalı eğer bu mantıkla yola çıkarsak.

Bir diğer nokta : paketlerdeki sigaranın farklı zarar noktaları. Sigaranın sperm sayısındaki azalmaya ve iktidarsızlığa yol açabileceği. Memlekette sigara içen milyonlarca kişi olduğuna eminim bu durumda nufüsumuzda bir azalma olmalı. Benim gördüğüm kadarıyla bebekler hala doğuyor. Ve birçok insanda bu yazıya inat , o keyifli işten sonra keyif sigarasını içecektir. Sperm sayısının azalmasına ise daha çok gülmekteyim. 10 milyon sperm sayısı 8 e düşse acaba ne değişecektir. Bunu kimsenin kafasına takacağını da sanmıyorum. Oturup sayan var mı aranızda? Durum böyleyken bu tiryaki insanlara bu kadar yüklenilmemesi gerek. Bırakın içsinler. Kimse kimseye karışmamalı ve sırf tiryaki oldukları içinde aşağılanmamalılar.

Sigara , kişinin can sıkıntısı duyduğu, morali bozulduğu anda en yakınındaki dostudur. Burda "sigara sorunların çözümüne katkıda bulunmaz , sadece geçiştirir" şeklinde çok klişe bir cümleyle yetkililer karşımıza çıkar. Evet sorunun çözümüne katkıda bulunmaz, sadece unutmamızı ve sakinleşmemizi sağlar. Zaten ondan böyle bir beklentimizde yok ve amacımız o an kurtulmak. Bu bilindik cümleyi söyleyen kişiler, "sorun çözümü olan bir sorun değil" sözünden sonra ya suratımıza boş boş bakacaklardır yada başlarını öne eğeceklerdir. Her sorunumuz çözüm bulacak değil ya. İnsan hayatındaki sorunların önemli bir kısmı unutularak çözülür. Sigara da buna yardım eder. Benim çok zor zamanlarımda yanımda oldu. Bu sinir bozucu ibarelerden sonra ona olan bu borcumu ödemek istedim. Tiryakileride biraz rahatlatmak istedim yanısıra. Bence sigara değil, hayat öldürür...

12 Şubat 2006

Krallık


Çocukken benimde bir krallığım vardı. Tek sahibi de bendim. Benim krallığım çocuklukta oturduğum evin bahçesiydi. İlk bakışta önemsenmeyebilir ama o yaşta (6-7) bir çocuk için o büyüklükte ve zenginlikte bir bahçeye sahip olmak çok önemlidir. Sahip olmaktan kasıt ise o bahçede oynayan tek çocuğun ben olması. Oturduğumuz binadaki bahçeye açılan tek kapı bizim evdeydi. Bahçeye inebilmek için bizim evden geçmek gerekiyordu ki, bu da bahçenin tek sakininin ben olmasına yetiyordu. Kızkardeşiminde çok ilgisini çekmediğinden, evet o bahçenin tek hakimi ben idim.

Hemen yanımızda bulunan ve onlarca daireye sahip binanın çocukları ise tek bir bahçeyi paylaşmak zorundalardı. Ve benimkinin yanında çöl gibi bir görünüme sahipti. Krallığımda çok sayıda meyve ağacı bulunurdu. Ve meyvelerini dallarından sarkıtıp , onları oradan almam için beklerlerdi. Her bir ağaç fethedilmesi gereken bir ülke, meyveleri ise fetihten sonra kazandığım ganimetlerimdi. Ganimetleri toplamam için tek yapmam gereken , o zorlu tırmanışı gerçekleştirmek , dalları arasında seğirtmekti. O kadar ağaçlar üstünde vakit harcamama rağmen tek bir ağaçtan düşme olayını hatırlamam. Lakin dalları arasında dolaşmak genelde dallar tarafından elde, bacakta hatta suratta çiziklere yol açıyordu ama fetih yaraları beni yıldırmıyordu.

Tam bir liste verirsek : erik, hurma, vişne ,kiraz , dut ve incir ağaçlarına sahip olan bahçede nerdeyse yok yoktu. Sadece incir ağacına tırmanmaktan çekinirdim. Bahçenin bitiminde ekili olan incir ağacının dalları bahçenin bitimindeki yokuşa bakıyor, olası düşme tehlikesinde çok sayıda kırık kemiğe sebep olacak şekilde ültimatomunu veriyordu. Ağaçlar dışında da bitki örtüsüne sahip olan bahçede ilk biyolojik çalışmalarımı da yapardım. Topböceklerinin tehlike anında nasıl kendilerini korumaya aldıklarını görür hayrete düşerdim. İlk defa bir akreple karşılaşmam da orada olmuştur. Kapkara gövdesiyle ve iğnesini taşıdığı tehditkar kuyruğuyla acele ediyormuşçasına yürürken , ben hipnotize olmuşçasına bakakalmış, kımıldayamamıştım. Annemin ise yılan görüşünü unutamam. Annem yılanı görünce çıldırmıştı. Benim ise hatırladığım turuncumsu bir nesne. Çünkü görür görmez bende tabanları yağlamıştım. Velhasılı dolaş dolaş bitmezdi. Oyna oyna bitmezdi benim için. Yan bahçenin düz ve bitki örtüsünden yoksun bahçesiyle benim ki karşılaştırılamazdı bile. Benim için masalsı bir yerdi orası. Sanki özenle her bitki yerine dikilmiş itinayla yerleri ,özellikleri belirlenmiş gibiydi.Çocukluğumda en çok vakit harcadığım yerlerden biriydi. Hep benim oldu. Ta ki taşınana dek. O büyülü mekanda yıllarımı geçirdim. Bir çocuğun sahip olabileceği en büyük zenginliğe sahip oldum. Orada çocuk oldum, orada hayal kurdum, orada güçlü oldum. Orada krallığımı kurdum.